www.mudanyamudanya.com


ERGUVANLAR DA COŞMUŞ

Şu bahar var ya şu bahar, insanı iliklerine kadar sarsıyor. Gökyüzünün mavisinde uçuşan leylekler, kuyruklu saksağanlar, bahar tozları hep bir yerlere taşıyor sizi. Tanıdık bir yerlere…

Geçmiş desek yaşanmışlıklar desek yeter mi, yetmez tabi; insan beyni bildiği tanıdık anılara doğru daima torpilli. Geçmişteki bütün o güzel baharlarınızın koku ve renkleri unutuldukları köşelerden çıkıveriyor bu havalarda. Gel de anma Orhan Veli’yi.

“Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.” / O. Veli


İlkbaharın tüm görkemiyle coşmaya başladığını hangi köşeye baksak fark ediyoruz. Erikler, badem ve şeftaliler çoktan gelin oldular. Şimdi erguvanların şölen zamanı; morsalkımlar da erguvanlarla at başı sarmaş dolaş…

Yıllar öncesinin o naif kokularına teslim bir duygu haliyle “avareler gibi dolaşmanın kime ne zararı var ki” diye masumane bir soru takılıyor dilime. Acaba Erguvan Bayramlı çok eski zamanlara ses versek yankımız duyulur mu?

“Bursa’da erguvan zamanı” ah zaten Bursa’nın zamanlarla hep bir derdi var! Ta Tanpınar’dan beri...

Erguvan çiçekleri bir kentin zamanlarına koyu pembe dizeler döşüyorsa ister istemez göz her yerde arıyor onu. Betonların arasından zar zor ayakta kalmış birkaç ağaç şiirlerle sevinç olup kucaklıyor ruhu. Bursa’nın tüm zamanlarına öykünsem gücüm yetmez, ömrüm de yetmez. Her insan kendi tarihinin bekçisi de, eski zaman bekçilerini de unutmaya gönül razı değil.

Daha gençtik, çok gençtik bir zamanlar; Kültürpark’ın erguvanları mı erken açar Tophane bayırındakiler mi, yoksa Emir Sultan, Setbaşı yamaçları mı diye bir merakımız yoktu. Sorumuz ise hiç yoktu, zinhar bahar gelecekti kaçarı da yoktu. İlkbahar bir kese kağıdı dolusu çağla badem ile gelir, can erikleriyle sefa sürer, kulağa küpelik kirazlarla da giderdi. Ha bir de karne zamanı gelmiş olduğundan yaz tatilinin de başlangıcına teşne bir dönemdi en fazla.

Sonraları tüm baharlarımız değişti, büyüdükçe renklerin gerçekliği bile farklılaştı. Kimimiz kitap okur gibi okumaya kalktık hayatı, kimimiz erken aşklara tutulduk, kimimiz bahar bizi bilmeden göçtük başka bir dünyaya. Hiçbirimizin baharı diğerininkine benzemedi. Renkler dedik, belki renklerde uzlaşırız. O da olmadı. Şarabi dedik, eflatun dedik, şeker pembesi dedik, bir türlü tutturamadık mutluluğun rengini.

Ah, hepsi bu havaların suçu, ne ucu görünmez anılar taşıyor heybesinde.
Ağzı dili olsa o ağaçların diyorsunuz, kesilmiş ağaçlar yerinde yok diyemiyorsunuz. Tüh. Belki yeni yapılan parklardaki ağaçlara asılıdır o eski günlerin sökük hırkası, belki!

Yeni düzenlenen parklarda papatyaya bile pek rastlanmıyormuş doğru mu?

Papatyalı bir tango vardı her bahar onunla dans ederdik eskiden. Sahi siz hiç Çelik Palas Oteli’nin balo salonunda ya da Romans gazinosunda “papatya gibisin beyaz ve ince” diyen Şecaattin Tanyerli'nin o bildik tangosuyla dans ettiniz mi?

Hep mi baharlarda dans ederdik, hep mi güzel havalar coşku verirdi taze yüreklerimize! Gençtik, iyi zamanlarıydı Bursa’nın. Dünya da daha esrarengiz ve daha büyüktü sanki biz gençken. Kaçan balık misali, hayat hep daha güzeldi eskiden...

Tangolu kantolu zamanlardan ses veren hayaletler gibiyiz şimdi, geçmiş zaman bahçelerinden süzülüp erkenci erguvanları gözlüyoruz.

Nurdan ÇAKIR TEZGİN