Arkadaşlar merhaba, bugün sizinle son dönem izleyip de, çok keyif aldığım Türk filmlerinden birini paylaşmak istiyorum. Film adı "HAYDE BRE". Filmi yaklaşık bir ay kadar önce seyrettim. Keyif alıp, gurur duyduğum diğer bir yerli film de, tahmin edileceği üzere "AV MEVSİMİ". Fakat, onun üzerine çok yazılıp çizildiği ve çok da izleyeni olduğu için, ben, Hayde Bre'ye dair yazmayı daha uygun buldum. Sizler de, sinema konulu yazma biçimine kendinizi yakın hissediyorsanız eğer, naçizane fikrim, filmden çıkışınızdan sonraki ilk bir-kaç saat içinde, filmin büyüsü üzerinizden dağılmadan, hayatın başka bileşenleriyle çarpışmadan - yüzleşmeden yazmanızın doğru olacağı şeklindedir. Dediğim gibi, naçizane fikrim...
Hayde Bre, ödül almış pek çok film gibi, maalesef gişesi az filmlerden biri oldu. Bu konuda polemiğe girmek istemiyorum. Çünkü bunun böyle olmasının çok katmanlı nedenleri ve açılımları var. Bir filmin az gişe yapmış olması, onun, güzel - ya da çirkin, doğru - ya da yanlış, yetkin - ya da değil, etik-ya da değil... olup - olmadığını göstermez. Yaşamda nasıl ki her şey insana dairse, bütün sanat dalları gibi, 7.sanat da, bu kapsama alanına girer zannımca...
47. Altın Portakal Film Festivali’nde, "en iyi sanat yönetmeni" ödülü alan filmin, vizyonda olduğu dönemde, toplam izleyici sayısı 9141 olmuş. Bu bilgiye "Box office Türkiye 2011" tıklayıp ulaşabilirsiniz. Filmin yönetmeni ve senaristi Orhan Oğuz, 20 yıldır bu filmi yapmak istediğini (konu yönetmenin kendi hayatından bir kesittir), bu filmi yapmadan ölmek istemediğini, 5 yıldır da üvey dedesi rolünü oynayacak sanatçıyı aradığını söylüyor bütün samimiyetiyle. Dedeyi oynayan Şevket Emrulla, Üsküp tiyatrosuna 42 yılını vermiş, sahne arkası bir tiyatro emekçisi. Kendisi, ilk kez bir filmde - bu filmde oynamış. Nilüfer Açıkalın, Orhan Oğuz'un annesi Saadet rolünde, oldukça başarılı. Hatta, yönetmenin sözleriyle "Rolünü oynarken, bedenini kullanma biçimi ve kıvrımları bile Balkanlaşmış". Dünya tatlısı çocuklar; yönetmenin çocukluğunu oynayan Ayberk Koçer, sarısı - uzun saçlı ikiz kızlar, Çağla - Doğa Vardar kardeşler, sımsıcacık ısıtıyor insanın içini. Gerçi her bir karakter,
-Çıkıverse de şu perdeden, sarılıversem insan - insana, diye duyumsatacak türden.
Saadet, bir Makedon göçmeni, evlenip İstanbul'a geliyor. Fakat eşi felç oluyor bir süre sonra. Bunun üzerine, dişini - tırnağına takıp, Üsküp'te aldığı el sanatları eğitiminin katkısıyla, el-mahir işler yapıp, bir yandan çocuklarına, bir yandan eşine bakmaya çalışıyor. Bu arada oğulcuğunun sünnet yaşı geliyor. Sünneti memleketinde yapmak istiyor Saadet, ora adetlerince. Bundan sonra olaylar, memlekette onu karşılıksız seven zengin Marko'yla karşılaşması, Marko'nun ona hala talip olup - asılması, sünnet sonrası annesini yitirmesi, bütün bu olayların üstüne, üvey babası Şabanaga'yı metazori İstanbul'a getirmesi şeklinde gelişiyor. Bu arada, Şabanaga'nın can dostu Vanya Dayı da, atlanmaması gereken güçlü bir karakter. Babası Avustralyalı bir asker, annesi Sırp olan Vanya Dayı, kendisine sorarsanız "bir vatansız", Şabanaga'ya sorsanız; "Bir dünya vatandaşı". Doğru der, öyle bir insandır çünkü Vanya Dayı...
Saadet, üvey babasını alıp İstanbul'a geldiğinde iyice artıyor dramanın ağırlığı. Saadet'in zaten zor olan yaşamının üstüne, bir de Şabanaga'ya dair sorumluluğu ekleniyor. Şabanaga'nın kente travmatik uyum sorunu, yoğun sıla hasreti, Saadet'in ısrarla onu yanlarında tutma ve ona kendileriyle birlikte yaşam kurma çabası sonuç vermiyor. Ne demişler "Her horoz kendi çöplüğünde öter". Hatta öyle ki, bir gün gidip, memleketteki yerleri gizlice satmasına rağmen, Şabanaga dönme kararından vazgeçmiyor.
Bu arada, Saadet'in karşı komşusu doçent (İlker İnanoğlu) ile ve Şabanaga'nın - Suzan Kardeş'le yakınlaşması da, filme katkısı anlamında atlanamayacak türden. Hele filmin müziklerini yapan Orhan Topçuoğlu'nu ayrıca kutlamak gerek.
Arkadaşlar, bu kadar detaylı bir anlatıdan sonra, sakın ola ki "Eh artık izlemeye gerek kalmadı" yanılsamasına kapılmayın. Bilakis özellikle izlemeniz için böylesi incelikli anlattım. Kaldı ki, benim yazdıklarım, benim çıkarsamalarımdır. Siz kimbilir daha ne tadlar yakalayacaksınızdır izlerken. Hele bir de Balkan göçmeniyseniz. Lütfen kendinizi bundan mahrum etmeyin. İki saatimizi nelere vermiyoruz ki, iyi izlenceler şimdiden...