Uzuncadır Bursa’ya misafir olarak gelmenin ayrıcalığını yaşıyorum. Bir kentin içinde yaşam savaşı vermekle, o kente dışarıdan gelip önceki hallerine öykünmek arasındaki o tatlı marazi duygu hiç olmadık anıları da depreştiriyor. Bu kadarı da olmaz dedirten çocukluk günlerinize anlık dönüşler yapıyor, geri sarmalara başlıyorsunuz inceden…
Nereden estiyse, gül reçeli tadı burdu avurtlarımı! Çocukluğumun Burgaz’ındaki bir yaz tatilimin ardından, damak belleğime yapışan gül reçelinin kokusunu unutur muyum… Taze çıtır ekmeğe sürülen Flora yağının üzerine şeker pembesi gül reçeli top top damlatılırdı, reçelli ekmekten bir kocaman ısırık alıp şişirilen avurdumda beyaz peynire yer kalmazdı. Burgaz’ın yüzülebilir denizinden çıkınca nasıl da hoşumuza giderdi, ne doyulmaz bir tattı ki, akşam ekmeği diye alınan taze ekmekleri ikindi vakti paşa çayı ile bitirmiş olurduk biz çocuklar.
Demirci Aziz Amca’nın gelini Celile Abla hazırlardı o güzelim gül reçelli kahvaltıları. Beyaz peynirli sigara böreğini de ilk onun elinden yemiştim. Sanırım hazır yufkaların ilk satın alınmaya başladığı yıllardı o yıllar… Celile ablanın, börekleri incecik sarışını izlemiş, evimize döner dönmez küçücük yaşıma bakmadan annemle sigara böreği sarma işine girişmiştik. Nereden geldi aklıma bunca ayrıntı!
İşte Mudanya’dayım yine… Her gelişte tavaf ettiğim eski Mudanya sokakları, geçmişten günümüze bir dolu anıyı silkeliyor anı heybeme. Niyeyse en çok da yeme içmeye dair depreşiyor anılarım! Oysa, binlerce kitabın sonsuz bir huzurla raflarında bekleştiği İhsan Üren Evi’nin kütüphanesindeyim, edebiyatın kokusu olur mu, ciğerlerime çekiyorum bolca. Eski bir ahbabın sadakat dolu bakışlarıyla karşılaşmışım gibi mahcup oluyorum...
Serkeş bir kitapsever olarak hiçbir şeye yetişemeyen insanların aceleciliğiyle dolaştırıyorum bakışlarımı kitapların üzerinde. Birine dokunsan diğeri mahzun, birini okusam diğeri çağırıyor sessizce. Ne zormuş hepsinin gönlüne uzanmak, rahmetli Mehmet H. Doğan’ın “Çağının Tanığı Olmak” denemesini aralıyorum yavaşça, eskimişlik sarıyor kütüphane odasını…
Hava hafif puslu, cumbadan keskin bir tereyağı sarımsak kokusu yayılıyor kagir evin boşluklarına. Orhan, yine lezzete uçuracak bizi öyle görünüyor… Her yeni an kendi uyaranlarıyla çağırıyor, birdenbire sıyrılıyorum çağının tanığı güzel insan Mehmet H.Doğan’ın yaşamından. Ruhu huzur içinde olsun. Karidesler flambe olmuş beni bekler soğutmayayım…