Mudanya’nın eski kagir evlerinin inci gibi dizildiği Mütareke Meydanı’ndan askeri gazinoya doğru yürüdüğümüzde rastladık ona. Yahşi Bey Konağı’nın önündeki bir banka oturmuş sonradan yapıldığı belli olan küçük dalgakırandaki balık tutanları seyrediyordu. Denizin enginliğine dalan bakışlarını arada bir etrafına yöneltip, tetikte olduğu hissini uyandırıyordu sanki. Sımsıcak bir gülümsemeyle buyur etti banktaki boş kalan yere bizi.
-Buyurun, buyurun oturun yer var.
Teşekkür ederek ilişiyoruz yaşlı kadının yanına. İki üç kadın, yaşı kaç olursa olsun yan yana gelir de ortak bir dil oluşturmaz mı? Israrsız, rahat ve kaygısız bir muhabbete girişiyoruz. Bakışlarımız denizin bittiği karşı kıyılarda gezinirken arada bir kesik bakışlar atıyoruz karşılıklı. Yaşlıların kendilerine özgü korunmacı hallerini bildiğimden sıkmamaya çalışıyorum, adı Adviye’ymiş yaşı da 84.
Ne güzel, ne eski bir isim Adviye. Akıcı Türkçesi, düzgün anlatım yeteneği ile güngörmüş bir hanım olduğu çok belli. İnci gibi sıraladığı sözcüklerin arasından yakaladığım tarihi güzellikleri not edebilmeyi ve hatta mümkün olsaydı sesini kaydedebilmeyi ne çok isterdim. Hem Mudanya’da, hem Bursa’nın Çekirge semtinde oturuyormuş, canı istedikçe gidip geliyormuş her ikisine de. Maşallahın bini bir para bende. “62 sene önce gelin geldim Çekirge’ye” diyor, bunu derken de Çekirgeli olmayı çok önemsediğini saklamayan tatlı bir kibir hissediyorsunuz kirpiklerini kıpırdatışında…
“Rahmetli eşimin ailesi saraylıymış, babası Osmanlı Sarayı'nda usta aşçıymış” der demez ben hemen atılıyorum; “Ah ne yemek tarifleri, ne anılar vardır sizde eskilerden”. Eskilerden bahsetmeyi kim sevmez, keyifli bir kıpırdanışla olduğu yerden zıpır bir kız gibi heyecanla doğrulup genzini temizliyor ve daldan dala atlayan bir sohbete dalıyoruz Adviye Hanımla …
“Rahmetli kayınvalidem ve kayınpederim erken öldüler onlardan pek bir şey öğrenemedim fakat, eski saray yemeklerinin nasıl yapıldığını eşimin halasından öğrendim. O da rahmetli pek öğretmek istemezdi, sır gibi saklardı bazı şeyleri ama zamanla öğrendim işte… Bakın size eski Bursa yemeği marullu kuzu kapamayı anlatayım, bugün bile yaparım çok güzel olur. Yalnız, bahara çıkarken doğmuş kuzunun eti ve yine baharda çıkan taze göbek marul ile pişirilmesi gerekir lezzetli olması için.
Marullu Kuzu Kapama
Körpe kuzu eti kuşbaşı doğranır, biber salçası, zeytinyağı, bol karabiber ve tuz ile karıştırılıp (soslanır) bekletilir. Güveç ya da bakır tencere alınır, tencerenin dibine iki adet göbek marulun iri doğranmış yaprakları, yarım demet taze nane yaprakları ve yine iri doğranmış 7-8 tane taze soğan yerleştirilir. Bu yeşilliklerin üzerine de sosta dinlenmiş kuzu etleri döşenir. Yarım çay bardağı su, tuz ve biraz da tereyağı konur kapağı kapatılır. Kapağın kenarları hamur ile hiç hava almayacak şekilde sıvanır ve kısık ateşe oturtulup pişirilir. Piştiğinde tencerenin kapağını açmak için hamurları kırılırken çevreye bir koku salar ki sormayın…
Ne eski Bursa mutfak alışkanlıkları kalıyor anlatılmadık, ne de Bursa’nın köşkleri, hamamları, hanları… Her birinden yüzlerce anı biriktirmiş olan Adviye Hanım ile kesişen bu deniz kıyısı muhabbetimizden ağzım kulaklarımda mutlu mesut ayrılıyorum. Aramızda yüzlerce Adviye Hanımlar var biliyorum, muhtemelen onları dinleyecek olanları bekliyorlar. Deneyim sahibi, görmüş geçirmiş aklı başında yaşlanmış insanları dinlemek, geçmişe ışık tutmanın ötesinde kitaplarda yazılmamış pek çok bilgiyi günümüze taşıyabilir. Yaşlılarla sohbet etmenin en heyecanlı yanı bu olsa gerek. Hele de sevimli ve hayran olunası bir yaşlıysa!