''Yaz çılgınlıkları bahçelerden, korulardan, foko foko (ateş, ateş) diye çığrışan caddelerden elini ayağını çekmeye başladığı vakitlerde bile titrek- kavaklar çalparalar çalıp göbek atmayı savsaklamaz.''
Üstat Salah Birsel ''Sonbahar Oyunları'' başlıklı denemesinin giriş paragrafında böyle tanımlıyor sonbaharı.
Şakır şakır yağmurlarla karşıladığımız ilkyaz, kıpkısacık ömrü ile Ramazan ve ardından gelen bayramla yarım yamalak, hiçbir şey anlayamadan geldi geçti...
Pat diye gelip kapımıza dayanan sonbahar, yazın çarçabuk geçmesinin şaşkınlığı sürerken can hıraş yapılan tatillerin sonunda okul açılışları, yazlıkların terk edilerek kente dönüş hazırlıkları, eyvah ne çabuk geçti çığlıkları ile kendini iyiden hissettirmeye başladı. Herkes ne olduğunu anlamamanın şaşkınlığı içinde, tadı damağında kalmanın hüznünü adlandırmaya çalışıyor.
Geç geldi, geç gider diyerek avuntularımızı dillendiriyor olsak da, yapraklar dökülüp sonbahar zırhını kuşanmaya başladığında artık, yapılacak bir şey yok!...
Doğa kendi gereğini yerine getirmenin telaşına çoktan düştü bile...
Biz de sevgili şairimiz (Hatalarımızı affede!!!) Can Yücel 'in bir şiirini aktararak sonbaharımızı selamlayalım...
-Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar
Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?