Oscar'lara az kala Michel Hazanavicius'un bu yılın en favori ve bol ödüllü filmi ''The Artist''i az önce izledim.
Bugün açıklanan Oscar adayları listesinde 9 adaylıkla ''Hugo'' ile beraber en çok adaylık almış. Hal böyle olunca daha önce de bir sürü ödülü silip süpürdüğünden merakla beklediğimiz filmlerden biri idi.
2011 Cannes Film Festivali'nin en gözde yapımlarından olan The Artist, başrol oyuncusu Jean Dujardin'e George Valentin performansı ile "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandırdı.
Uzunca bir süredir buraya film yazısı yazamadım. Neden derseniz; ''Melancholia''dan sonra nedense hiçbir filmi yazmak içimden gelmedi.
Fazıl Say üstat bile bu filmden sonra seyredecek bir şey bulamıyorum, bana önerilerde bulunun diye twett atmış. Son derece haklı. Öyle bir film ki diğerleri yanında son derece vasat kalıyor, deyim yerinde ise o mertebeye ulaşamıyor.
Fransız yapımı ''The Artist'' 1920'lerdeki Amerikan sessiz filmlerine bir saygı duruşu niteliğinde. Siyah-beyaz ve o filmler gibi sadece müzik eşliğinde izlenen filmin, yönetmenin de dediği gibi ''Konuşmayı çok sevmem, o yüzden sessiz film çekmeyi yeğledim'' gibi de bir manifestosu var.
Başrollerdeki George Valentin rolünde Jean Dujardin ve Peppy Miller'da Bérénice Bejo gayet başarılılar. Zaten ikiside Oscar'a aday olmuş durumda. Biz de kendileri ile yeni tanıştık. Yolları oldukça açık gözüküyor.
Ben filmdeki Jack Russell Terriere de bayıldım, o da bir ödülü hakediyor aslında, ancak öyle bir kategori yok...
Her ne kadar Trier ustanın yanına yaklaşamasa da nostalji güzeldir bağlamında, amacına uygun bir perspektifte eli yüzü düzgün bir yapım.
Burada ki amacın zaten Oscar'lara uzanmak olduğu da son derece bariz.
Ve sanıyorum ki Akademi, kendi film endüstrisinin geçmişini taçlandıran bu filmi es geçmeyecektir.