Oscar sebebiyle içimiz dışımız Amerikan filmi olduktan sonra birkaç güzel Fransız filmi izlemek ruhumuza iyi geldi.
İlki, Fransızcası ''La tête en friche'', İngilizcesi ''My afternoons with Margueritte''. Son derece iddiasız, bir o kadar mütevazi bir Fransız filmi.
Annesinden hiçbir zaman sevgi görmemiş Germain bir karavanda yaşamaktadır. Gönlü güzel bir insandır. Gelip geçici işlerle oyalanır. Arkadaşlarıyla takılır. Parktaki güvercinleri sayar, onlara isimler takar. Orhan Veli'nin dediği gibi :
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
...
şeklinde yaşayıp giderken bir gün parkta çok yaşlı, görmüş geçirmiş bir bayanla tanışır: Marqueritte.
Gel zaman git zaman aralarındaki dostluk pekişir, M., Germain'e kitap okumaya başlar, Germain de yaşamındaki sevgisizliğin boşluğunu giderdiği bu lady'e sımsıkı sarılır. Ve onun sayesinde kitapların görkemli dünyasını keşfeder...
Gerard Depardieu çok sıkı bir oyuncudur. Kendi özelinde son dönemlerde şahane saçmalasa da bu onun büyük oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmez. Burada da karaktere kattığı inandırıcılık son derece dikkate değer. Yaşlı teyzeyi canlandıran Gisele Casadesus da tatlılıktan yenme derecesinde. İnsanın kalbini ısıtıyor.
Bizde de böyle Marqueritte'ler var mı acaba?...
İkinci film: Le prenom (İlk isim). Son derece keyifli bir komedi. Epeydir bu kalitede bir film izlememiştim. Oyunculuklar çok başarılı, konu sağlam. Tek mekanda geçiyor. Daha önce buna benzer bir film izlemiştim. Ancak bunun tadı bambaşka.
Konu kısaca şöyle: Çocukluktan beri arkadaş olan 5 kişi, Elisabeth ve Pierre'in evinde yemektedirler. Vincent ve Anna bebek sahibi olacaktır. Vincent çocuğunun ismini Adolf koyacağını söyler ve kıyamet kopar. Birbiri ardına aralarındaki sırlar ortaya dökülür ve sonu tatlıya bağlanır.
İki film de yürekleri ısıtan, keyif veren, damakta tadı kalan türden. İnsanlık adına bu tip filmlerin çoğalmasını canı gönülden diliyoruz.