Hiçbir şey bir diğerinden ayrı ve çok farklı değil! Bunu hep düşünmeme rağmen yeniden bir kez daha güncelime getiren çok şey olmakta. Tamamen aykırı kulvarlar içindeki tüm o şeyler bir bakıyorsun ucundan kıyısından birbirine dokunurmuş meğer! Kefalonya dedi birileri bu sabah, sahi kim demiş olabilir derken Eskibahçe neresi diye merak ederken yakalanıyorum. Ya o kargocunun en sevimli haliyle kucağıma bıraktığı tuğla iriliğindeki dünyalar...
Reçel verecektim kargocuya yine unuttum. Kavanozu da hazır etmiştim oysa! Vizildayan yaban arıları gibiyim son günler. Unuttuğuma kızdığım kadar, unutamadığıma bozulduğum öyle çok anı birikmiş ki. Zamana bırakmak, akışta olmak gibi klişe laba lubalarla sıradanlaşıyorum. Sıradanlaşmak alışmak biraz; Alışıp giderek duyarsızlaşmak, duyargaları kalın battaniyelere sarmak. Giderek kalınlaştırmak duvarları.
Kargocu kibar delikanlı, reçelini unutmasam iyiydi. Paket de epey ağırmış. Açar açmaz Sabitfikir Dergi matbaa kokusuyla tüm edebiyat tencerelerimin kapağını kaldırıyor. Kokluyorum. Tuğla kitaplarıma geliyor sıra; vay vay, bu kadar kalın mıymış 700 sayfa! Dokunmak hep güzeldir. Hayal etmek benim işim, bırak kitaplar gerçek sanılan yaşanmışlıkları yazsın. Roman okumayı kayıp zamana eş tutarmışım meğer, bunun ayırtına yeni varıyorum! Hep mi öyleydi, saçmalama diyor yine o ses, yalayıp yuttuğun roman sayfaları gözüne duracak!
Biyografilerin cazibesine kapılmışlığımı küçümsediğim zamanlar ile roman seviciliğimin iç çatışması galiba bu. Değişimin kabulleniş gölgeleri... Oysa hep tat aldım daha fazla anlamaya çalıştığım insan hayatlarından. Okuyarak, seyrederek, ama hep uzaktan, aslanın sırtlan sürüsünü uzaktan gözlemesi gibi hep uzaktan. Dokunmak bazen el yakıyor, tekin mesafeyi korumalı diye öğretmişim kendime.
Yoksa “anı kitabı” mı demeli, Murathan Mungan anı demiş son kitabı “Harita Metod Defteri” için. Anılar birikimine ısrarla “Özyaşamöyküsel malzeme” diyor. Bunu derken de otobiyografi yazarlığının ince ahengine farklı bir işaretleme yapmaktan geri durmuyor!
Biyografiye anılar toplamı diyemeyiz tabi, kişinin kendi yazdığı bellek kaymalarına anı demişiz, diğeri daha uluorta daha bilinir. Hizaya sokulası yaşam kesitleriyle başlangıcı ve sonu ortada klişeler. Anıları kaydırıp eğip bükse de yazan, sonuçta kendi kurgusudur. Zaten birisi çıkıp, hiç tanışmadığı kişinin bile biyografisini yazabiliyor, araştırma diye bir şey var! Sağlıklı yapılan her araştırma yepyeni hayatlar doğurur. Biyografisi yazılanın kendisini bile şaşırtıp hayran bırakan biyografi kurgularına rastlamak her zaman mümkün. Çoklu bakışı yücelten pencere yanılsamaları bunlar, farklılıklar olmasaydı hayat nasıl olurdu düşünmek bile istemiyorum.
Gökyüzüne kayıyor gözlerim; Yukarılardaki o güce yine rica minnet bir serzeniş; “lütfen Tanrım, bütün bu kitapları okumak için biraz zaman ver, yaşanılacak iyi şeyler için de”. Biraz mı? Var mı sahi ölçüsü, o biraz dediğimiz ölçü ne kadardır? Kim bilmek ister ki, yarın bile ölecek olsa. Ölüm öylece gelivermeli, apansız, hiç beklemeden, korkutmadan. Zamanı gelince elbet… Sahtekârlığın en büyüğü kendimize, ah o ötelenesi “zaman” ne zamandır Tanrı bilir. Kaldır o kitapları rafa diyor meçhul ses.
E ne oldu ki, hani zaman diliyordun az önce! Hani Kefolanya’ya uçmuştu kanatların, hani, Eskibahçe’yi araştıracaktın, yarı biyografik dediğin o kalın kitabın haritasını çözecektin?
Geri gel geri. Meraklı ve hayat doluydun hani, yine unuttun.