Mudanya Mudanya - Yaşam ve Kent Kültürü










3170 
İpek Yolundaki ISSIZ HAN
        Yazılar


Nurdan ÇAKIR TEZGİN    
  Yayın Tarihi: 23.5.2017    

İpek Yolundaki ISSIZ HAN

Yıllar önceydi...
Çocukken, tatillerde Karacabey’e babaannemi ziyarete giderdik. Bursa’dan Karacabey’e giderken Uluabat Gölü göründüğünde, hemen gölün kıyısında kocaman bir bina dikkatimi çekerdi. Otobüstekiler “Hırsız Han” derlerdi o devasa binaya. Ooo adı kötüymüş deyip ürkek bakışlarım otobüsün camına yapışırdı. Gölün kıyısında öyle de ıssız ve yalnız dururdu ki, içimi korku ve merak sarsa da daha ötesini merak etmezdim.

Yine de, korkum konuşulanlara kulak misafiri olmama engel değildi, İpek Yolu diye tarihi bir yolun üzerindeymiş bu han, çok eski zamanlarda sürekli haydut ve eşkıyanın saldırılarına uğrarmış. Karacabeylilerin muhacir halkı “Irsız han” da derlerdi, hatta “Kız han, Kırsız han, Uğursuz han” diyenler de vardı. Güya çok büyük ticaret kervanları gelip geçermiş Uluabat kıyısından ve bu han yol işaretiymiş kervancılar için. Tabi, sonraları adının Issız Han olarak kayda geçirilmiş olduğunu öğrendim ki bu ismin kibarlık olsun diye verildiğinden şüpheliyim!

Gel zaman git zaman aradan yıllar geçti, 1990’ların ortalarıydı sanıyorum; o dönemde Bursa Uludağ Yolu’nda kültür sanat merkezim Siyaz Enstalasyon Evi’ndeyim. Bir gün ziyaretime hiç tanımadığım bir genç hanım geldi. Eskişehir’den geliyormuş; medyummuş, kendisini “duru görü” sahibi olarak tanıtıp anlatacaklarını dinlememi rica etti. Biraz tedirgin olmuştum, kafam da karışmıştı ama olsun misafirdi sonuçta, o anlattı ben dinledim.

Bana anlatılanların bir kısmını buraya aktarmakta bir sakınca görmüyorum; Bu medyum hanıma bir gün bir genç kız getirmişler. Kız çok hastaymış günden güne eriyormuş, ama hastalığının ne olduğu konusunda bir teşhis konamıyormuş.

Kızcağız geceleri rüyalarında çok azap çekiyormuş. Sabaha kadar ter sucuk içinde kalıp titriyor, uyanmakta zorlanıyormuş. Rüyasında uzun sütunlar arasında büyük bir binada, odun ateşinde can hıraş haykırışlarla yanan küçük bir kız çocuğu görüyormuş. Bu yer çift kapılı devasa eski bir binaymış.

Medyum hanım bu kızcağız ile rüya seanslarına başlamış; bir gece kız ile aynı odada kalıp onun rüyaya daldığı sırada rüyasındaki yeri açık seçik görmüş! Yol ile göl arasında at nalı izlerinin bulunduğu bataklık bir yermiş burası. İpek kozalarını görüyormuş sepetler dolusu etrafta. Birden derinden bir ses duymuş; “arsız han, ırsız han, hem arsız hem ırsız” diye tekrarlıyormuş o ses!

Medyum hanım şaşırıp başlamış araştırmaya...

Öyle çok sorup soruşturmuş ki, en sonunda Bursa ile Karacabey ilçesi arasında bu isimde bir hanın varlığından haberi olmuş. Hanı bulmak için düşmüş yollara. Gele gele Isssız Han’ı bulmuş.

Hana çok yakın bir çiftlik gördüğünde hemen kapısını çalar. Çiftlik çalışanları açar kapıyı; çiftlikte çalışmaktan pek de memnun görünmeyen bir karı kocadır bunlar. Medyum hanım burada mı çalışıyorsunuz diye sorunca "her an işi bırakabiliriz" derler. Nedenini sorunca da yaşadıklarını anlatmaya girişirler; “Bizim bir kızımız vardı, yıllar önce 6 yaşındayken öldü. İşte şu gördüğünüz hanın içinde bulduk cansız bedenini. Biz her gece onun çığlıklarını duyar kahroluruz, canımızdan bezdik, gidecek yerimiz olsa bir an durmayacağız burada, ama ne yazık ki çok yoksuluz. Çiftlik sahibi de bize acıdığı için tutuyor burada zaten...”

Anlatılanları dinleyince bir tuhaf oldum. Hiç inanmam böyle hurafelere ama medyum hanım öyle kaptırmış ki kendini ne diyeceğimi bilemedim. Peki, buraya niye geldiniz, bütün bunları bana niye anlatıyorsunuz dedim.

“Bilmiyorum, ayaklarım beni buraya getirdi dedi! “Ben de bilmiyorum niye bunları size anlattığımı ama sanıyorum ki sizin de yolunuz düşecek o hana!”
Sonra, medyum hanım geldiği gibi gitti. İyice şaşırdığımı itiraf edeyim, hayatımda ilk kez böyle bir şey yaşıyordum...

Aradan zaman geçti, bir gün bu acayip ziyaretten bir arkadaşıma söz ettim. Aaa dedi ben o hanı biliyorum çok uzak değil buraya, istersen seni götürebilirim. Atladık gittik. Gidiş o gidiş. Çok beğendim tabi. Eski zamanların tüm tarihini üzerinde toplamış bu yapı beni heyecanlandırdı. Ah dedim burası ne güzel bir kültür sanat merkezi olur. Kimin acaba?

Arayan bulur. Yaptığım araştırmalar sonucu Bursalı bir işadamının da yardımıyla Issız Han’ın devlet bünyesinde bir eski eser olup vakıflar kurulunca 49 yıllığına Karacabeyli bir çiftçiye kiralanmış olduğunu öğrendim. Çiftçiyle telefonda konuşmak istedim, aklıma medyumun söyledikleri gelse de üzerinde durmadım, bu defa binanın kendisi için heyecanlanmıştım.

Nedendir bilinmez çiftçi benimle yüz yüze konuşmak için adresimi istedi.
75 – 80 yaşlarında esrarengiz bir ihtiyardı, birkaç gün sonra da çıkıp geldi zaten.

Çiftçi, Issız Han’ı hayvanları için saman deposu olarak kullanıyormuş. Önce benim han ile niçin ilgilendiğimi sordu. Sanat merkezi yapılabilecek bir bina olarak hoşuma gittiğini söyledim. O da 49 yıllık anlaşmalarının sonuna geldiğini, birkaç yıl sonra sürenin dolacağını söyler söylemez başladı han ile ilgili hikâyeleri anlatmaya...

Hikâyeler arasında biri vardı ki o medyum hanımın anlattığının aynısıydı! Hey Allahım, nedir bu dedim; bu acı hikâyeyi niçin duymak zorundayım, niçin anlatıyorlar bana!

Yine dinledim tabi...

Çok eski zamanlarda, belki 350 yıl kadar önce Apolyont (Gölyazı) Köyü papazlarından biri, bir kış günü ailesiyle yolculuğa çıkmış. Tam yola koyulmuşlar ki aniden kar bastırıp tipiye tutulmuşlar. Zaten o çevrede çok iyi bildikleri hanı görüp içeri girmişler. O gece orada kalacaklarmış, atlarını hanın alt katındaki ahır bölümüne bağlayıp, üst kattaki yolcuların konakladığı bölüme çıkarak ailecek uykuya dalmışlar. Uykuları öyle derinmiş ki, küçük kızlarının yanlarından kalkıp alt kata gittiğini fark etmemişler. Hanın ocakçısı ateşi yanık tutmak için hanın ortasındaki ocaklara sürekli odun atıyormuş, ocağın yanı başındaki kızı görmemiş, bir kucak dolusu çalı çırpıyı ocağa atar atmaz alevler birden parlamış ve ocağın yanına kadar sokulmuş olan küçük kızı kavramış. Çığlıklara bütün han ahalisi uyanmış ama nafile...

Demek ki, o zamandan beri bu hikâye anlatıla anlatıla pek çok insanın kâbusu olmuş ve medyumların bile ilgisini çekmiş!

Doksanlı yıllarda pek çok fotoğrafını çekmiştim Issız Hanın. Yıldırım Beyazıt tarafından 1394 yılında Celalüddin Eyne Bey’e yaptırılan ve kapısının üzerinde, ‘Yolculara yiyecek, içecek ve yatacak yer olarak hayır için hizmet verdiği’ yazılan bir yapı bu. Önceki gidişlerimde, (2006 gibi) restorasyondan sonra yan kaidelere oldukça geniş bir açıklama panosu asılmıştı. (Bu defaki gidişimde o pano yoktu yerinde!)

Tarihi İpek Yolu’nda yüzyıllara tanık olmuş bu eski eser hakkında çok şey duydum, belki bir gün daha kapsamlı bir çalışma yapıp yazarım kim bilir!
Belirli aralıklarla, birkaç yılda bir gider dolaşırım. Nedense beni oraya çeken bir şeyler var! Geçenlerde yine gittim, ne göreyim Issız Han butik otel ve restoran olmuş. Yeni sahipleri harıl harıl çalışıyor. Bayramdan sonra da açılışı yapılacakmış.

Hayallah, bak sen Issız Han’a!

Yıllar öncesini de sıkça düşündüğüm, aklıma geldikçe onu anlatma gereksinimi duyduğum koskoca Issız Han’ın viranelikten çıkmış olduğunu görmek harika bir duygu. Meraklıları için İpek Yolu’nda güzel bir mola olacak.




Nurdan ÇAKIR TEZGİN

www.ascifok.com







   2751   



  .:: Yazılar


       

* Yazıların sorumluluğu yazarına aittir.
* Yasal Uyarı


© Mart 2009, MudanyaMudanya.com