Mudanya Mudanya - Yaşam ve Kent Kültürü










3130 
Biz çocukken Kültürpark parfüm kokardı
        Yazılar


Nurdan ÇAKIR TEZGİN    
  Yayın Tarihi: 1.9.2019    

Biz çocukken Kültürpark parfüm kokardı

Sahi parfüm müydü o koku yoksa evlerimizin bahçe sokaklarında olmayan değişik çiçeklerin kokusu muydu? Bursa’nın Kültürpark’ı her haliyle güzel kokardı. Çocuk burnumuzun koku algılayışı da farklıydı tabi.

Önce serin havuz fıskiyelerinden akan suların güzelliğine kapılıp parfüme benzeyen park kokusuna alışır sonra etraftan gelen sandviç kokularına özenirdik. Tost yoktu o zamanlar. Sucuklu ve kaşarlı baton sandviçler modaydı. İnanç Fırının başka bir tip sandviç ekmeği ürettiğini hatırlamıyorum, belki çok yıllar sonra o da yuvarlak tostlar moda olduğunda sanırım…

Yiyecek kokuları arasında en hoşuma gidenlerden biri de Fuar zamanı gül suyu şerbetli İzmir Lokmasıydı. Aman ne çok severdim o kokuyu. Ya uçan balon kokusu? Çok sonraları içinde helyum gazı olduğunu öğrendiğimiz boyalı uçan balonlarının kokusu bile çocukluğumuza ait kokular arasındadır ki, birçoğumuz için uçan balonun adresi hep Kültürpark olmuştur.

Kültürpark’ın kötü kokan tek bölümü hayvanat bahçesinde ayıların bulunduğu bölümdü. Annem orada uzun süre durmamızı istemezdi nedense! Altmışlı yılların ikinci yarısını bilenler Kültürpark’a ilk yavru ayıların gelişini hatırlayacaklardır. Üç yavru ayı anneleriyle getirilmişti ve biz her gün yavru ayıları seyretmeye gidiyorduk parka. Kafeslerinin üzerinden hortumla su akıtılan bir havuzları vardı ve ayıcıklar havuzun içine girip çıkıp silkelenirlerdi. Üstümüz başımıza su gelmesin diye annem pek sokulmamızı istemezdi. O üç yavru ayının büyümesine tanıklık ettiğimizi hatırlıyorum. Biz de büyüyorduk o yavrularla birlikte, ayaklarımız bile o kadar büyürdü ki Mayıs ayında giydiğimiz ayakkabıları Eylül gelip okullar açılınca giyemez olurduk.

Aslanlar hayvanat bahçesine çok sonraları gelmişti, seksenli yıllardı sanıyorum. Aslan kükremeleri bütün Kültürpark’ı inletirdi. Çok gençtik, o zavallı aslanın vatanı olan ormanları aradığını ve yakarış gibi çıkan kükremelerinin ne anlama geldiğini bilmiyorduk ki…

Hayvan isimlerini, özellikle tavus kuşu, pelikan ve yer tavuğu cinslerini ilk oradan öğrenmiştik. Bugün her ne kadar hayvanat bahçelerine karşı durup hayvanlar özgür olmalı onların yeri ormanlardır diye düşünüyor olsak da, bizim için eğiticiliği de varmış o yıllarda demek ki!

Uzaklardan bir haykırış duyup hemen oraya yönelirdik, “ayaaaaak ayaaakkk” diye var gücüyle seslenen erkek tavus kuşunun sesiydi bu, bilirdik ki tavus kuşu o güzelim kuyruğunu yelpaze gibi açacak. Bizden çok annem heyecanlanırdı bu işe! Dişisi çirkin olur derlerdi, erkeğinin kuyruğu daha gösterişliymiş. Güya tavus kuşu her yerini beğenirmiş de bir tek ayaklarını beğenmezmiş, o yüzden ayaaak diye seslenirmiş, böyle söylenirdi o zamanlar.

Göl denilen o kocaman havuzun ilk yapıldığı günleri de hatırlıyorum hayal meyal; daha önceleri kültürpark'ın sadece Yağcılar ve Stadyum arasındaki bölümde kurulu olduğunu, park sinemasının parkın sınırı olduğunu hatırlayanlar vardır mutlaka.

Çarpışan otolar, dönme dolaplar filan hepsi parkın Yağcılar kapısı yani Çekirge - Acemler caddesine paralel olan bölümdeydi. İlk Kültürpark’ımız pek minikti. Cami de sonradan yapılmıştı. Caminin üst tarafında salıncaklar vardı ve en fazla o salıncaklarda zaman geçirirdik. Ne çok düşerdik salıncaktan, toz toprak zeminin kokusunu bile kaydetmiş çocuk belleğim; Hay Allah!

Kültürpark’ın yazlık sinemasını kimler hatırlar?

Hani iki film birden seyrettiğimiz doksan öncesi yıllar… Türkan, Fatma, Hülya, Filiz dört starın filmleri esas ana film olurdu. Genellikle Cumartesi akşamları gidilirdi sinemaya. Tabi o yıllarda memurlar Cumartesileri çalışıyordu, okullarımız da açıktı, hafta sonu tatili sadece Pazar günleriydi. Babam park sinemasının masalı bölümünden alırdı biletimizi çünkü bizim ağzımız boş durmazdı. Annem illa ki bir tepsi böreği veya peynirli poğaçayı zulasında hazır tutardı.

Devasa beyaz perdede gelecek filmin parçası gösterilirken aklımız fikrimiz ve gözümüz gazozcunun şişe açışında olurdu. Gazoz satıcısı da bu afili seremoninin farkında ki gayet seri hareketlerle açardı buz gibi gazozlarımızı. Babamızın ağzından çıkacak o meşhur “kardeşim bakar mısın buraya” sözcüğüyle hepimizin eline tutuşturulan muhteşem gazoz şişelerimizin kokulu muştusu zamanın bir yerinde çocuk sevinçlerimiz olarak kaldılar…

Ah o gazoz satıcılarının kapak açacağını şişelere ritimli vurarak froş diye açmaları yok mu, nasıl da havalıydı… Mübarek küçücük şişeden nasıl keskin bir duman çıkardı ve anında nasıl mis gibi Uludağ gazozu kokardı ortalık.

Film başlayınca gazozlarımızı da almış olduğumuzdan, gözümüz beyaz perdede elimiz ağzımızda börek çörek tıkıştırarak hummalı bir telaş koparırdık.

Yaz gecelerinin coşkusu gazoz şişesine hapsedilmiş cin gibiydi sanki! Çocuktuk, altmışlı ve yetmişli yıllarda meşrubat denilen Uludağ ya da Çamlıca gazozu, Elvan, Yedigün, Frutti, Cola gibi içeceklerin cazibesi tartışmasız ön plandaydı. Kokularını gözüm kapalı hatırlıyorum.

Adını çok sonraları öğrendiğim pek çok çiçeğin kokusu karışırdı ıslak çim kokusuna. Hele çimler yeni biçilmişlerse bayılırdım o kokuya. İtiraf edeyim; et yemeyen biri olarak o çimleri yemek bile geçerdi içimden! İlkbaharın kokularını sakız çiçekleri, güller ve akasyalar ile nahoş kokulu papatyalara saklamış olsam da yaz ve güz kokuları daha cazipti sanki… O yıllarda beyaz zambak kolonyası çok kullanılırdı, sanırım hanımlar zambak sürünüp çıkarlardı evden o da yanıltıyor olabilir çocuk belleğimi!

“Yaz gecesi şu göklerde ay nasıl parlar” diye bir çocuk şarkısı vardı bizim çocukluğumuzda, Uzun yaz geceleri gökyüzüne bakarak o şarkıyı söylerdim. Yaz kokusunu daha bir kazırdı belleğime sanki o şarkı. Kokulara eşlik eden sesler de unutulmuyor; parklar ve bahçeler müdürlüğünün çalışanları sulamayı daha ziyade akşamları yaptığından, kulaklarımız sürekli artezyen uğultusuna alışkındı. Kokular ve seslerin yer ettiği Kültürparklı yıllar birer insan yavrusu olan biz çocukların gelişiminde çok önemliydi kuşkusuz.

Kültürpark'ın fıskiyeli çeşmelerini kimler hatırlar? Yuvarlak bir beton kaidenin etrafına sırlanmış düğmecikler vardı, parmağımızla bastırarak suyun fışkırmasını seyrederdik. Susadığımızı bahane edip büyüklerin yardımıyla o düğmelere basarak su içmek hepimiz için bir oyundu.

“Islattın yine elbiseni” teranesiyle azarı işitip çarpışan otoların tokuşma seslerine doğru koştururduk. Jetonla binilen oyuncakların seslerine karışan yaz gecesi kokuları anı belleğimizi tazeliyor şimdi.

İçimizde oluşan o özlem dolu sızı, ne kokular ne de seslerle sınırlı, kayıp giden yıldızlar gibi çok hızlı geçen yaşamlarımızın hüznü bu.





Nurdan ÇAKIR TEZGİN

www.ascifok.com







   1690   



  .:: Yazılar


       

* Yazıların sorumluluğu yazarına aittir.
* Yasal Uyarı


© Mart 2009, MudanyaMudanya.com