“Şöyle eskilerden, güzel günlerden çocukluğumuzdan bir yazı yazsana” dedi Esin…
Güzel günlerden!
“Güzel günler” sözcüğüne dört elle sarıldığımı fark etmem uzun sürmedi. Huzur salıncağının ipine tutunmuş sulu göz çocuklar gibi sarıldığım bu hissiyat, çocukluğumun kışlarına adeta pencere açtı. Artık hüznün daral getiren iç basıncı ne tıpa tutuyor ne kapak! Her insan saatli bomba kıvamında şu aralar. Tabi bu da züğürt tesellisi, “şu aralar” hani sanki kısa bir zaman dilimiymiş gibi! Sekiz ay bitti o şey bitmedi. Gitmedi bizden o şey. Hiçbir duygu kalıcı değil tamam biliyoruz, biliyoruz da karabasanların dağılmayan bulutlarını dağıtmak her zamankinden kat ve kat güç ister oldu.
Kış ise kış başladı evet. Soğuklar da başladı lakin yağmur yok kar yok. Kuraklık zil çalıp oynuyor gel de çocukluk pencerelerimizin buğusunu sil. Gel de o masum yılların penceresinden bakabilme gayretine gir…
Hafta sonları uykulara doyamayan bütün çocuklar gibi yataktan kalkmak bize de çok zor gelirdi. Bilirsiniz mutlaka o uykuların eşsiz tadını ve bizi uyandırmaya gelen annelerimize olan çocuk öfkelerimizi…
Annem akıllıydı, bizi kaldıramayacağını anlayınca babamı devreye sokardı. Babam odalarımızın önündeki koridorda yüksek sesle abartılı bir hayretle konuşmaya başlardı, güya annemle konuşuyor; “Ooo kar şimdiden yirmi santim olmuş, akşama kadar diz boyunu geçer, çocukların eldivenleri var mı hanım” demesiyle bizim yataktan fırlayıp pencere kenarına ışınlanmamız bir olurdu.
Yarı uykulu gözlerimizin çapağını silerken sevinç çığlıkları atardık “yaşasın kar yağıyor.” Tabi hiçbir zaman yerdeki karlar babamın abarttığı kadar tutmamış olurdu ama, sevinmemiz için o bembeyaz pamukların yeryüzüne düşüyor olması yeterliydi.
Kar sevinciydi bu.
Kar beyazı tertemiz çocukluk zamanlarımızdı onlar, sıcacık oturma odamızdaki sobamızın üzerinden bütün eve yayılan kızarmış ekmek kokusu hala burnumun direğini sızlatır. Güm güm yanardı sobamız, annem bir telâşe koparır “ekmekler yanıyor çabuk ol yağ sür çocuklara” derdi babama. İşleri bölüşürlerdi. Annem kahvaltıyı hazırlayıp çayları koyarken babam ekmeklerimize yağ sürerdi. Üç kardeş yağlı ekmeklerimizi öyle hızlı yerdik ki yağ sürmeye yetişemezdi babam. Bir elimizde çay bardağı diğerinde ekmek, peynir ve reçel arası trafiğe yetişmek mümkün değildi. Avurtlarımız şişip indikçe kar sevincimiz de perçinlenirdi herhalde! Çocuk aklıyla fark etmediğim ama sonradan geriye bakınca annem ve babamın bizi doyurmadan rahat etmediklerini anlıyorum.
Dışarıda lâpa lâpa yağan kar eksilecekmiş ve biz yetişemeyecekmişiz gibi daha mı hızlı yapardık kahvaltılarımızı acaba! Başka tasamız yoktu ki; okul, tatil, kar kış derken, sıcacık ana baba ocağı çocuklarıydık. Sırtımızı dayandığımız güvencelerimiz sağlamdı. Anamız bağ, babamız dağımız misali kırmızı yanaklı çocuk gibi çocuklardık.