Ah siz nereden bileceksiniz bizim Uludağ sefalarımızı!
Sefa denirdi eskiden. Pikniğe piknik demezdik ki... Kıra sefaya gidiyoruz derdik. Sefayı semaverle taçlandırıp, odun ateşinde köfte et filan kızartmanın adıydı sefa. Peyniri zeytini salatalık malzemesiyle, böreği çöreğiyle kıra sefa yapmalara giden Eski Bursalılardık biz. Sefa yerlerimiz pek çoktu ama teleferikle Sarıalan Çobankaya’ya, kirazlıyayla’ya çıkmak bir başka şenlikti. Yaz günü Ağustos ayında bile kalın hırkalarımızla çıkar dönüşte illa ki üşürdük. Ah o kırmızı teleferiklerimizin varsa ruhları şad olsun! Ne çok yükümüzü taşıdı tas tava, ot ocak, salıncak ipi, kilim minder…
Babalarımız Pazar günü çalışmadığı için genellikle o güne denk gelirdi teleferik sefamız. Ama bazen sabah geç kalmışsak teleferik binasının önünde kuyruk olurdu ve bir türlü azalmazdı. O kuyrukta beklemeyi göze alamayanlar getirdikleri kilimleri Teleferik binasının arkasındaki yamaçlarda yayıp hemen oracıkta başlarlardı pikniklerine. Bir keresinde biz de çok acıkmış o yemyeşil bayırda yakmıştık kır ateşimizi.
Zaten Teferrüç’de sefaya gitmek pek meşhurdu o vakitler. Bazı mahalleli kadınlar da Piremir Sultan Türbesine gidip adak adayıp dua ederler, teleferiği uzaktan seyrederlerdi…
Dolup da her hareket eden kırmızı teleferik kocaman dev cüssesiyle tepemizden geçerdi ve içindekilere el sallardık. Eğer şansımız yaver gitmiş de teleferiğin içindeysek aşağımızdaki yemek yiyenlerin sofralarına bakıp neler yiyorlar diye görmeye çalışırdık. O zamanlar şimdiki pet şişeler yoktu, susayınca yanımızdaki termostan azar azar su içirirdi annem.
Yukarı çıkınca dağda su çoktu tabi, hem de buz gibi tertemiz. Of of ne doğal hayatlardı onlar… Salatalık ve domateslerin Uludağ’daki pikniklerimizde tadı neden başkaydı bir türlü anlayamazdık. Dağın oksijeni miydi yediklerimize tat veren? Ya o zorluklarla taşıdığımız karpuzun kavunun tadı… Buz gibi dere sularına ıslatırdık, keserken çatırdardı mübarek karpuzlar.
Sonraları izdiham var diye dağa teleferikle dağa çıkmaz olmuştuk. Bizler biraz daha büyüdükçe Dolubaba mevkiine çadır kampı yapmaya başlamıştık. Tam 21 gün şehre indirmezdi bizi büyükler. Vücutta kan 21 günde temizlenirmiş, dağın şifası ancak üç haftada kendini gösterirmiş derlerdi.
Eski bir teleferik kartpostalı gördüm, taa çocukluğuma gittim. Şimdiki gençler ah canlarım, y ve z kuşakları siz nereden bileceksiniz bizim kırmızı teleferiğimizi?
Evet, biz Baby Boomer kuşağının kırmızı teleferiği vardı, tıpkı kırmızı pabuçlarımız gibi, bisikletimiz gibi kırmızı ve kıymetliydi. Bizim bu kırmızı sevdamız teleferiğimizden kaynaklanıyor olmasın!