Aydınlığın en uzun sürdüğü 20 – (21) - 24 Haziran günleri kuzey yarı kürede gölgelerin en kısa olduğu günlerdir. Hele öğle saatlerinde yok hükmündedir. Az önce bu satırları yazabilmenin gücüyle ateş almış gibi sokağın ortasına fırladım. Tam da öğle saati olduğu için zaman mükemmeldi; gölgemi arayacağım!
Okul çocuklarına mevsimsel döngüleri öğretir gibi kendi gölgemle muhabbet faslına girişeyim dedim. Nasılsa Güneş de tam tepede ve Haziran gündönümündeyiz. Hesaplarım tutmadı, gölgem öğle uykusuna yatmış hiç görünmedi ortalarda! İleri gittim geri döndüm yok, eğildim büküldüm yine de gölgem yok. Sokağın ortasında gölgesini kovalayan biri etraftan nasıl görünüyordur? Yok yok, kimse şaşırmıyor. Sadece meraklı gözlere “gölgemi görüyor musunuz kaybettim” der demez hep bir ağızdan kahkahalarla gülüşüyoruz.
Dengelerin döngülerle şekillendiği yeni bir yaz gündönümü için yeni bir şeyler söyleyebilmek isterim lâkin söylenmemiş bir söz var mı bu güzelim yeryüzünde?
21 Haziran en uzun gün ve en kısa geceyi kutsayıp, gece ve gündüzün tam tersine döneceği yeni günleri hatırlamak için bütün çabamız. Hayatı kutlamak için nedenlere gereksinimimiz yok aslında, fakat böylesi döngüsel zamanların söylemek istediklerine kulak verirsek işimize yarayacak hayati güzelliklerle karşılaşabiliriz. İç sesimiz bize olması gerekeni söyleyecektir zira önümüzde bize yol gösteren döngüsel bir zaman çizelgesi vardır.
Gündönümü
Yaz dönümü
Hani bunun
Yüz görümü
Çakırdikenlerinin gündönümünü temsil ettiğini biliyor musunuz?
Hani şu sarıçiçekler açan, arıların sevdiği, yaprakları bile sert dikenlerle dolu olan yer dikenleri… Antik zamanlarda bitkiler üzerine çalışan o dönemin bilirkişileri Güneş çarkına benzeyen çakırdikenlerine solstitialis demişler. Yani eşittir yaz gündönümünün simgesi. Çakırdikenleri 21 Haziran haftası başlarmış ilk çiçeklerini açmaya ve tüm yaz boyunca Eylüle kadar devam edermiş açmaya. Onlar kırda bayırda hep yaz sıcaklarını temsil etmezler mi zaten!
Gel zaman git zaman Güneş çarkı döndükçe dünya dönmeye devam etmiş.
Antik zamanların birinde Kraliçe Pasiphae’nın Ariana adında bir kızı varmış. Üzerine titrenen kimsenin yanına yaklaşılmasına izin verilmeyen çok güzel bir prensesmiş Ariana. Tıpkı çakırdikenleri gibi çakmak çakmak gözleri sapsarı saçları varmış. Kral babası Minos kızını dış dünyanın kötülüklerinden koruyabilmek için başına yirmi dört saat nöbetçi dikermiş. Gelinlik çağına gelmiş olan Prenses Ariana kimseleri görmeden sadece lir çalıp kumaş dokuyarak ve kölelerin anlattığı hikâyeleri dinleyerek geçiriyormuş günlerini…
Dilinden bal damlayan Haziran
Hem dadısı hem de gece nöbetçisi olan kölesi yaşlı Totikya bir gece prensese, yaklaşan Haziran ayında evlenmenin kutsal işaretleri olduğunu ve bereketli, uzun ömürlü bir evliliğin bu ayda gerçekleşebileceğinden söz eder. Tabiatın tüm canlılarının uyanıp dünyaya bereket saçtığı, en uzun ışıklı günlerin yaşandığı Haziran ayının görkemli işaretleri prensesin çok ilgisini çeker ve her akşam başka hikâyeler anlatması için dadısına ısrar eder. Işığın parlattığı aynalara uzun uzun bakıp kendini seyreden Prenses Ariana, nasıl bir damat adayı ile evleneceğini hayal etmeye çalışsa da bir türlü gözünün önünde bir siluet belirmez. Ne var ki, sıkça gördüğü bir rüyada kana kana buz gibi ballı şerbetler içmektedir.
Balın mucizelerini iyi bilen dadı ona; “Haziran’da bal tadı, karanlıkta ay katı, ayılar balı bulursa sen bekleme balayı” diyerek tekerlemeler söyler.
Arıların balının kovanlardan toplandığı en lezzetli balın Haziran ayında süzülmesi bala dair pek çok rivayeti de pekiştirmiştir, o yüzden bal şurubu ve bal şarabının en taze zamanı da Haziran ayıdır. İlkbaharla birlikte sabahın çiğ damlalarıyla mayalanan bal, ılık bir yerde mayalanıp içeni keyiflendiren bir içecek olur. Ayrıca bal ve üzüm şarabının belli ölçülerde sulandırılarak (mulsum) içilmesi de evlilik töreni ve şölenlerin vazgeçilmezidir. Evlilik törenlerinde çiftlerin birbirinin elinden bal yalamaları da uygulanan gelenekler arasındaysa da prensesi asıl ilgilendiren Haziran ayının 21. Günündeki en kısa gecede göreceği rüyada kiminle evleneceğidir! Bunun için türlü yöntemler olduğundan söz eden dadı, o uzun gün ve o kısa gece gelip çattığında hemen gidip bol tuzlu unlu bir sevda bulamacı hazırlayıp prensese yedirir; “Hadi hiç konuşmadan uykuya dal ve rüyanda sana su içirecek evleneceğin delikanlıyı gör” der.
En uzun ışıklı günün ilk sabahında (21 Haziran) dili damağı kuruyup susayarak uyanan prenses rüyasını heyecanla dadısına anlatmak ister fakat rüyasında biri şöyle seslenmiştir; “Bu rüyayı güneşin en tepede olduğu gölgelerin uykuya yattığı zamanda anlat ki gerçekleşsin. Sana gölgesiz bir delikanlı gelecek uzaklardan.”
Prensesin gördüğü rüyanın öngörülü mucizevi bir rüya olduğunu hisseden dadı, onunla birlikte güneşin başları üzerine gelmesini bekler. Nihayet gölgeler ortadan çekildiğinde prenses rüyasını anlatır.
Dadı rüyayı dinlerken birden irkilir, çünkü prensesin rüyasında gördüğü, ona avucuyla serin sular içiren delikanlının tarifi tıpkı kendi oğluna uymaktadır. Geniş omuzlu, kızıl yele gibi gür uzun saçlı, mavi gözlü, sol omzunda kalp şeklinde kızıl bir beni olan delikanlı onun orduda askerlik yapan oğludur. Çok tedirgin olan dadı, ne diyeceğini düşünürken ağzı hayretler içinde açılan prensesin bahçede yürüyen birine baktığını fark eder. Ah işte geniş omuzlu oğlu görünmüştü bile tez zamanda! Tanrılar yönlendirmişti rüyayı, yapılacak bir şey yoktu artık can pazarından başka!
Bir kölenin asker oğluyla koskoca kral ve kraliçenin biricik prensesi mi, olacak iş değildi! Tanrılara karşı gelinemezdi…
Tanrı aşkına, balın tadı aşkına, en uzun günün ışığı aşkına sen merhamet et yazgımıza yüce Zeus.