Roman okuyacak kadar büyüdüğünde kendin roman oluyorsun
Yazılar
Nurdan ÇAKIR TEZGİN
Yayın Tarihi: 21.9.2023
Roman okuyacak kadar büyüdüğünde kendin roman oluyorsun
İlk gençliğimde romanları yutarcasına okurdum. Kitap ne kadar kalıncaysa o kadar sevinirdim ki çabucak bitmesin, bu sürecim epeyce bir devam etti. Tuğla kalınlığındaki romanları bir gecede okuyup bitirmeye niyetlenirken babanızın gelip odanın ışığını kapatması kadar acımasız bir şey olabilir mi; “uyu artık yarın okul var” denmişse, çocuk savunmasızlığıyla “ah bir büyüsem de istediğim kadar roman okuyabilsem” teranesinin diş bileme düşüydü kuşkusuz. Romansever olmanın bir gün sonlanacağı hiç aklıma gelmezdi.
İlk gençlik, ah o hiç geçmez sandığımız zaman hovardası günlerimizin kitap düşkünlüğü…
Büyüme hevesimizi körükleyen kitapların yüceltilerek başucumuzda güvencede olması, onlara dokunduğumuzda içindeki kahramanların ayaklanıp rüyalarımıza girmesi filan hep yaşadığımız devrin masum anıları olarak kaldılar. Ne oldu da romandan kısa öykülere geçiş yaptığımı hatırlamıyorum. Belki bir hediye kitap belki kitapçıya imza gününe gelmiş bir öykü yazarının yüreklendirmesi!
Pınar Kür, Erendiz Atasü, Tezer Özlü, Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Bilge Karasu ile devam eden öykü – deneme okuma merakım sonraları Sait Faik, Sabahattin Ali, Memduh Şevket Esendal, Tarık Dursun K. gibi daha eski ‘hikayecilere’ dek uzandı. Aaa, bir baktım ki yazar ve sanat erbaplarının yaşamsal dönüşümlerinden de hoşlanmaya başlamışım!
Otuzlu yaşlardan sonra birdenbire biyografi okuma hevesine tutulmama önceleri bir anlam verememiştim. Hele empresyonist ressamların yaşanmışlıklarıyla gariban edebiyatçıların sürdürmüş olduğu düşkün ve kısa ömürlerini neden merak ediyordum ki! Aynı döneme denk düşen Paris seyahatimin etkilerini yadsıyamam tabi; Avrupa’nın sanat eserlerine verdikleri önemi müzelerin dışına taşarak göstermeleri ve sanatçıyı çağrıştıran yüzlerce argümanı göze sokma çabaları üzerine o yıllarda çok düşünmüştüm. İpe un serip gizli yollar döşeyen sanat emekçisinin izini sürercesine heyecanlanmış, merakımı gidermek üzere arayışlara girmiştim. Her bulgu kendi içinde izlenimci ve röntgenci ruhumu kamçıladı ki bu benim dünyamda yeni bir keşifti! Her yeni şey şaşkınlığı da yanında sürüklüyor. Sanatçıların eserlerinden yola çıkıp yaşam öykülerini merak etmek artık çok doğal geliyor. Nihayetinde kendi kurguladıkları dünyanın içinden size merhaba diyorlar lakin perdenin arkasında ne var? Kim yazmış kim tutmuş kim kotarmış? Nasıl bir döngünün içinde evrilip çevrilmiş ki onca değerli sözcüğü, rengi ardı ardına sıralayabilmiş! Kimmiş, kimlerdenmiş, ne yiyip içmiş, nasıl bir ailesi varmış, dünya görüşü neymiş, aşkları sevdaları derken hoop merak kuyusunun dibinde gerçekliğin izindeki muhbirsiniz!
Plastik sanatların görkemli dünyasına merak saran ışık ve rengin lekesel çağrışımına esir olan biz ölümlüler, o sanatçı elini göremiyor öpemiyor ya da bükemiyorsak bile merak etme özgürlüğümüzü hangi cebimizde saklayalım! Tuttum ipin ucundan sökün ettikçe ardı arkası geliyor. Güncelliğini koruyan bu merakımın beni alıp götürdüğü mecralar daha önce düşünemeyeceğim uzantıları çağrıştırdı. Bir önceki günün örgüsü sonraki günün kendi gerçekliği içinde eridi gitti.
Günü, diğer gününe denk olup değişimin ıslığını duyamamış olanlara şaşırıyorum. Dün hoşlandığım çok şeyi, yutarcasına okuduğum romanları görmek bile istemiyorum, hadi kısa öykülere de pekâlâ deyip iyi bir kurguya selam çakarım hepsi o kadar. Merakımı besleyecek yeni ufuklar araştırma kitapları oldu son yıllarda, aman şiiri ayrı tutayım; o her dönemin yürek bahçesi.
Eski oyuncaklarını kırıp döken yaramaz çocuklara benzemekten çekinip, yeni oyuncaklar edinme merakına düşen yanımızla yüzleşmek zaman alıyor. Niçin araştırma yapıp sürekli yeni bilgilerle donanmayı isteriz diye düşünmek istemiyorum; Düşündükçe yollar çıkmaz sokaklarda tıkanıyor. Sahi biz ergen gençliğimizde niçin Homeros’u okumadık? Evet, Balzac, Maupassant, Tolstoy, Dickens, Hugo, Dostoyevski okuduk hem de birkaç tur lakin bize İlyada ve Odysseia’yı okullarda niçin okutmadılar? Troya savaşı Antartika’da mı oldu da o kadar uzağına düştük? Herodotos babayı, Seneca, Aristoteles’i sadece meraklısı mı okumalıydı, Marcus T. Varro’yu okumak için elli altmış yaşı mı beklemeliydik?
İnsan ömrünün aymazlık süreçleri de farklılık gösteriyor. Çoğunun otuzunda kırkında edindiği farkındalık, kiminde altmış yetmişi bulabiliyor ki hiç o noktaya gelemeyen asırlıklar da var. Dünya gezegeni üzerindeki diğerlerinin ölçütüyle tavır belirleyeceksek yanarım, vay halimize; kim verecek kaybettiğimi sandığım zamanın bedelini? Filozof Epiktetos ile tragedya oyun yazarı Euripides ve Epikürcülülük okulunun kurucusu filozof Epikuros arasındaki dil sürçmelerini nasıl gidereceğimi düşünürken sincap zihnim hemen başka bir filozofu tutup getiriyor kolundan. Hadi buyur; Aristoteles ile Aristophanes’i de buyur et sofraya. Bütün filozofları henüz on beş yaşındayken ayırt etmeyi, onlarla daha bir haşır neşir olmayı ne çok isterdim! Yaşamlarımızın yazarıymışız anladık da son noktayı koyanı bilemedik.