Alfred Hitchcock'un, sinema eleştirmenleri ve sinema dünyasında herkesin hemfikir olduğu en iyi filmi ''Vertigo'' dur.
Sevgili Atilla Dorsay şöyle yorumluyor:
''Vertigo, perdeye aktarılmış en büyük, en garip ve en gizemli aşk öykülerinden biridir. Bir erkek birbirine tıpatıp benzeyen iki kadına aynı tutkuyla bağlanabilir mi? İlk ve son kez bir Hitchcock filminde oynayan soğuk sarışın Kim Novak'ın James Steward'la yarattığı ikiliyse artık çoktan sinema tarihinin malı...''
Birkaç ay önce D&R'dan aldığım The Hitchcock Collection'da ustanın 5 filmi vardı. Geçenlerde bunlardan en iyi filmi diye nitelenen ''Vertigo''yu izledim. Neden daha önce izleyemediğimi de düşünüp araştırınca şöyle bir sonuca vardım.
Alfred Üstadın 1948-1958 arasında çektiği beş filmin telif hakları problemleri sonucu, bu filmler senelerce seyirci ile buluşamamış. 1980'de ustanın ölümünden sonra miras yoluyla bu haklar kızı Patricia Hitchcock'a geçmiş. 30 yıllık aradan sonra 1984 yılında tekrar gösterime sunulan bu filmler ''5 kayıp Hitchcock filmi'' olarak anılırlarmış. Bu filmler:
-Ölüm Kararı (ROPE) 1948
-Arka Pencere(REAR WİNDOW) 1954
-The trouble with Harry 1955
-Çok şey bilen Adam (The Man Who Knew Too Much) 1956
-Ölüm Kurkusu (Vertigo) 1958
1940'larda çektiği ''Spellbound'' Salvador Dali tarafından tasarlanmış rüya dizgisi ile zenginleştirilmiş bir psikoanaliz filmi. Siyasi olaylara ve nazilere yer veren ''Notorious'' filmi o kadar hassas konulara değinmiş ki yönetmen CIA tarafından gözaltında bile tutulmuş.
1948'de ilk renkli filmi ''ROPE''u çekmiş. Rope'ın özelliği film makaralarını değiştirmeden tamamen kesintisiz çekilmiş olması.
En önemli filmlerini 1950'lerde çekmiş. Arka Pencere, Vertigo...
1960'ların başında ''Sapık ve ''Kuşlar'' ile devam etmiş. Bu filmler bütün sinemaseverlerin mutlaka izlemesi gereken yönetmenin kült filmlerindendir.
Gelelim Vertigo'ya... 124 dakika süren yenilenmiş versiyonu. 58' yapımı bir film 2009 yılında nasıl bu kadar keyif verebiliyor?
Bence bu sorunun yanıtı yönetmenin ''Less is more'' mantığında yatıyor. Dialoglar son derece az ve yerinde. Çekimler ve kamera teknikleri insanın ruhunu okşuyor. Özellikle barda oturan James Steward'ın (Görünce son derece etkilendiği) Kim Novak'ın yanından geçtiği sahnenin çekimi, işte ustalık böyle bir şey dedirtiyor.
Filmin kamera arkasını izleyince bazı şeyler daha da yerine oturdu. Sevgili yönetmenimiz asla vizörden bakmazmış. Kadın oyuncuların kostümlerine karışırmış ki, bence çokta zevkliymiş bu konuda. Kim Novak'ın her kıyafeti son derece (1958 den 2009'a) kaliteli ve kraliçe gibi. Bütün sahnelerinin çizimlerini yaparak çekimlerini onlara dayalı sürdürürmüş. (Günümüzde sanıyorum Peter Greenaway'de öyle yapıyor.)
Sevgili Hitchcock Ustamızın kendine özgü tarzlarından biri de hemen hemen her filminde bir karede kendi de görünür. Buna da ''Cameo'' denir. Bir de 7 sayısını da sever. Filmlerinin bir yerine bir şekilde bu sayıyı da saklar.
Sinema tarihine mal olmak öyle kolay bir iş değil, buyurun 40'lı, 50'li, 60'lı yıllarda çektiği filmleri izleyin, siz karar verin. Sonrasında sanatın kalıcılığı hakkında konuşalım...