Datça'nın yenisini eleştirdik, yerli turist olarak bütün problemleri yaşadık ama, asıl oraya gitme amacımız Can Baba'nın yaşadığı yeri görmek ve onun şahsında soluduğu havayı solumak idi.
Bütün negatif duygulanımlarımız Eski Datça'nın yoluna sapıp, köyün kahvesinin önünde bir anda sona erdi. Sanki iki Datça arasında görünmez bir kapı vardı da insanlar kendi cennet ve cehennemini yaratmış gibiydi. Güzel mi güzel, şirin ve serin bahçeye daldık ve iyi ki gelmekten vazgeçmemişiz dedik.
Yaşlı bir teyze divanda ot ayıklıyordu. Ve duvarlarda Can Baba'nın fotografları, şiirleri vardı. Bir camekanda da ondan arda kalan yarım bir şarap şişesi.
Tavşan kanı birer çay söyledik. Değirmen taşı masalarda oturduk ve köyün yaşlılarını gözledik. Sonra daracık yollardan geçip Can Üstadın evini aramaya başladık. Can Yücel Sokağı'nı bulunca yolun sonundaki evinin kapısını da buluverdik.
Kapıda şöyle bir yazı bizi karsıladı:
''Can Yücel Kütüphanesi sadece 12 Ağustos tarihleri ve araştırma için açıktır. YÜCEL AİLESİ ''
Ve tabi ki bu isteğe saygımız sonsuzdu. Eski Datça'nın tozlu yollarından dolaşarak arabamıza geri döndük. Ama gün o kadar sıcak, Yeni Datça o kadar keyfimizi bozmasaydı, Üstadın mezarında da birer kadeh şerefıne kaldırırdık.
Bir daha bu fırsatımız olur mu bilemeyiz ama Can Baba'nın bu hakkı bizde daima saklı...
Ve bir de şiir Usta'dan:
TARİHLİ BAĞBOZUMU
Ayaklarıyla ezip fıçıya mı bastılar seni
Nefti kasnaklı bir fıçıya,
Aldırma, kara üzüm !
Sen, o Kırmızı Şarabına doğru
İçten içe
Harıl harıl
Çalışmana bak, iki gözüm !