Temmuz sonlarıydı, bir öğleden sonra Apolyont Gölü kıyısındaki büyük sarı evde oldukça kalabalığız... Zeytin ve kara incir başta olmak üzere birçok meyveyle ormanlık bitki örtüsünün mevcut olduğu arazi ev ile içiçe. Yaz ortası ve tatil zamanı olduğu için en az yirmi kadar kişiyiz evde, kimi öğle uykusunda kimi havuz sefasında, bir çoğu da ortalıkta cıvıl cıvıl koşuşturmakta, neredeyse her elde yarım bir kitap ama okuyan pek yok. Oysa ki, evde külliyatlı bir kütüphanemiz mevcuttu!
Sakinliği sağlayabilmek için çocuk ve gençleri, havuz kenarındaki kara incir ağaçlarının altındaki çimlerde toplayıp meditasyon uygulamaları yaptırdığımı hatırlıyorum. Sonunda topluca öyle sessizleşirdik ki, kendimi çimlerin üzerine sırt üstü yatmış henüz olgunlaşmamış incirleri seyrederken bulurdum. İncir, birçok dinsel ve mitolojik kaynakta kutsal ve efsunlu bir meyve olarak geçer. İncir ve incir ağacına ilişkin öykülerin bolluğu, şifa özelliği ile de birleşince insan ile incir ağacı arasında tuhaf bir ilişki doğar. Bunu halk arasındaki yüzlerce özlü söz ve deyimde görmek mümkündür.
İncir dallarının çürük ve kof olduğuna dair söylentilerle büyüdük, hatta ağaca çıkıp dallarından düşmeyelim diye de çocukken hurafelerle korkuturlardı bizi. "Aman haa, sakın incire çıkmayın cinlidir, eğer düşerseniz asla iyileşmez sakat kalırsınız çünkü incirin cini çarpar"! Hatta daha da ileri gidip "incir ağacının altında fazla kalınmaz, hele de akşam ezanından sonra hiç uğranmaz yoksa cinlere uğrarsınız" gibi hikayelerle iyice korkutulduğumuzu hiç unutmam.
Ne zaman incirlerin altına uzansam, çocukluğumun hurafeleri de birer birer çıkıp gelirler yanıbaşıma. Kimbilir belki de sırf bu nedenle incir ağaçlarının altına yerleşir, çoluk çocuğu toplardım etrafıma uzun yaz günleri. Yine böyle birgün "buldum" diye fırlayıp en az bir kilo kadar yeşil inciri ağaçtan acele toplayıp, soluğu mutfakta almıştım.
Yeşil incirler; Kara incirin kararmamış hali olan sütlü, mavru ve oldukça sertler çünkü, olgunlaşmaları neredeyse Ağustos ortasını geçer. "Bursa Siyahı" olarak adı geçen içi pembe hoş kokulu kara incir çeşidi vardır Bursa'nın. Çekirdekleri irice, tadı hafif mayhoş ve oldukça iri olan dışı damarlı kara incirdir, Avrupaya ihracatı yapılır, çatlayıp satış değeri düşmesin diye dalında henüz olmadan diplerine zeytinyağı sürülür yetiştirenlerce. Ayrıca Eylül ayındaki son dalda kalanlardan kaynatarak yada güneşte süzerek pekmezi de yapılır.
Topladığım incirleri soyup yeni bir keşifte bulunmak pek de kolay değildi! Yeşil incir sütlerinin ellerimi yaktığını hiç unutmadım. Sert kabuklarını soyup dörde bölüp haşlamış ve süzmüştüm. Süzerken yapışkan bir madde oluşmuş yapışmıştı süzgeçe. Diğer tarafta bol kuru soğan domates biber ile zeytinyağlı yemeğini yapmıştım. Birkaç üzüm koruğu ve pirinç de atmıştım tencereye öyle hatırlıyorum, elbette biraz toz şeker, sarımsak ve üzerine bolca kıyılmış taze reyhan serpmiştim. Kocaman bir servis tabağı dolusuydu ve o akşam tüketildiğini biliyorum. O yemeğin yapılışına tanık olanlar o gün bugündür hala lezzetini anlatırlar ama, nedense bir daha yapmadım.