Ben, anne tarafından Mudanya’nın köklü bir ailesinin torunuyum. Eski Mudanya’yı anımsamak, anıları tazelemek ve tekrar Mudanya’yı yaşamak adına anılarımı paylaşmak istedim.
Sene 1962 olmalı, o senelerde tatil anlayışı günümüzdeki gibi değil, turlar yok, günümüzdeki gibi turizm henüz doğmamış. Tatiller o dönemlerde ailelerin kendi memleketlerine gitmeleriydi. Bu bizim için de böyle idi. Okullarımız kapanıp, yaz tatillerinde Mudanya, bayramlarda Mudanya ve tabii ki zeytin zamanları Mudanya…
O tarihlerde Sirkeci’den Gemlik gemisi sabah 09,00’da hareket ederdi. Daha sonraki yıllarda Mudanya’ya Marakas isimli gemi de giderdi. Marakas’ın ip merdivenlerinden az mı çıkmadık. 5-6 saatlik yolu, 10 saatte mi gitmedik. Denizin ortasında az mı kalmadık?
Bu gemilerle Mudanya’ya gitmek için nasıl heyecanla hazırlanırdık ahh! Bir bilseniz. Yola çıkışlarımızda ilk durağımız, Aksaray’daki Ömür Pastanesi’ydi. Poğaçalarımızı alıp, erkenden gemiye binerdik. Gemi yolcuları, hep Mudanyalıydılar. Yeşil renkli maroken koltuklara oturulur, ortasında bulunan kendine has masası üzerine alınan yiyecekler konulur, Geminin çaycısının sabah mahmurluğunu bozan o çayları beklenmeğe başlanırdı.
Geminin hareketi ile beklenen tavşankanı çaylar dağıtılmaya başlanır ki, ondan sonrası, geminin o muhteşem atmosferi içinde annelerimizin sohbetlerine karışırken, o zamanın küçük çocukları olan bizler gemi içinde koşturmaya başlardık. Annelerimiz için en emin yer, hareket eden geminin içiydi. Çünkü onlar biliyorlardı ki gemi personeli hepimizi tanıdığından, annelerimizin bizden haber alması çok kolay oluyordu.
Kâh güvertede koşturmak, kâh makine dairesindeki ateşçiyi seyretmek en büyük zevklerimizdendi. Bu eğlence Mudanya ufukta görülünceye kadar devam ederdi. Mudanya mı gemiye yaklaşır, yoksa gemi mi Mudanya’ya yanaşır, o bilinmezlikte annelerimiz toparlanır, biz çocuklar da kıyıyı gözler, bizleri kimlerin karşılayacağını merakla beklerken, sanki martılardan kopya alırdık.
Beş ila altı saatlik yolculuğun sonunda gemi iskeleye alabanda ettiğinde, o yarı kırık tahta iskelesi Mudanya rıhtımı ile kucaklaşırken, gemide heyecanlı yüzlerlerce göz, kah ağlıyor, kah göz bebekleri gülüyor olarak karşılayacakları arar dururdu. Birileri hasretle kucaklaşırken, bazıları da namı “Karanfilli Amca”yı yakalar valizlerini taşıması için kiralamaya çalışırdı. ’’Karanfilli Amca”yı yakalayan memnun, ’’Karanfilli Amca’’ müşteriyi yakalamaktan memnun. Yani anlayacağınız, geminin alabanda etmesinden sonra çoğunluk memnun iskele meydanı yavaş yavaş boşalırdı.
Arnavut taşları ile yapılmış yolda, Mudanya sakinlerine selamlar verilerek, hal hatır sorularak, Kuyu sokaktaki anneannemin evine giderken tanımadığımız birçok kişi başımızı okşar, bizi Arnavut taşları üzerindeki hoplayıp zıplamalarımıza mani olurlardı ki, bu benim en çok kızdığım olaydı. Bu nedenle, annemin elini bırakıp koşarak anneannemin evine ilk varan ben ve ağabeyim olurduk.
Anneannem bizi büyük bir coşku ile karşılarken, her seferinde annemin gözleri dolardı. Kolay değildi, o da bu evde doğmuş, bu evde büyümüş, bu evde gelin olup başka kente gitmişti. Bu ev halen annemin çocukluğunu saklayan evdi. Tıpkı şu anda benim bir parçamı saklayan ev olması gibi, annemi saklamış, korumuştu.
Bizi karşılayan anneannemin, arkasındaki geniş, tahta kapı, üzerindeki kocaman halka tokmağı ile sanki bize arkasındaki anıların girişi gibi gelirdi. Eğer geçmişseniz kendinizi bir taş sofa içinde bulurdunuz. Bu sofa ortasında üzeri mermer tek ayaklı ahşap masa dururdu. Etrafında hezaren iskemleleri sıralanmıştı. Soldaki büyük ceviz konsol bunları tamamlardı. Konsolun üzerinde manyetolu sadece posta haneye bağlanan telefon dururdu. Bu telefonun manyetosu ile oynayıp saklanmak en büyük oyunumuzdu. Sofanın tam karşısındaki yukarı çıkan merdivenin altında yere gömülü çok büyük bir yağ küpü ve onun sağında mutfak bulunurdu.
Bu mutfakta neler yoktu ki!. Şimdilerde müzelerde bile az rastlanan kalem çizmesi olduğu söylenen porselen tabaklar, tek tek işlenmiş bakır sahanlar, raflarında kanaviçe işlemeli örtülerin süslediği mutfakta, bugün unuttuğumuz kuzine ocaklar, pompalı gaz ocakları vardı.
Mutfağa bitişik asma katlı oda ise sedirlerle bezenmiş bir kış odasıydı. Ahşap merdivenlerle çıkılan ikinci katta ise misafir odası ile aile bireylerinin odaları bulunurdu. Misafir odasında hasır koltuklar, üzeri el işi minderli. Aslan ayaklı büfe üzerinde duran büyük ayaklı, renkli camlı gaz lambaları odayı tamamlardı. Bu lambalardan bir tanesi halen benim evimde olup o anılarımın devamı gibi durmaktadır. Aile bireylerinin yatak odalarında pirinç başlı yataklar, beyaz dantel örtüler, aslan ayaklı büyük ceviz gardıroplarla tamamlanırdı.
Anlatmaya çalıştığım bu Mudanya evi, hayatımdaki iki Mudanya evinden biriydi. Amacım, sizlerle bu iki evi de paylaşmak, ancak öylesine anılarla doluyum ki, hafızamdaki eski Mudanya’yı sizlerle paylaşırken burnumun direğinin sızladığını hissediyorum.
Eğer bugünkü Mudanya’yı anılarımdaki Mudanya gibi bulamayacağımdan korktuğum için, anılarıma saklanmak belki de en kestirme bir çıkar yol oluyor. Mudanya adına sizlere teşekkür etmek isterim ki, benim gibi halen ruhunda Mudanyalı olanları buluşturdunuz.
Bu anılarım sizlere benim Mudanya mı anlatabildiyse ruhumda taşıdığım ikinci Mudanya evini ve de anılarımı anlatmağa hazırım. Karar sizin ve okurlarınızındır.
Mudanya ile ilgili anılarda ve yazılarda buluşmak dileğiyle….