Vaktiyle bizim kuşağın layıkiyle yaşadığı bir hak vardı; "Bakkal Amca hakkı". Mahalle bakkallarımız ve bakkal amcalarımız vardı bizim, şimdilerde giderek yok oluyorlar. Gün gelecek çocuklarımız ve torunlarımız; Bakkal Amcalarımıza ne yaptınız?" diye hesap soracaklar bize! Sorarlar mı acaba? Biz, o hassasiyette ve bilinçte çocuklar yetiştirmeyi becerebildik mi gerçekten!
Bizim kuşak, doyasıya yaşadık bakkala gitmelerin tadını. Anne ve büyükannelerimiz, evlerin en büyük çocuklarını gönderirdi bakkala. Büyük çocuk biraz irileşip serpilince bakkala gitme sırası ondan sonraki küçük kardeşe geçerdi. Uçarak giderdik bakkala, artan yirmi beş kuruşlarla sakız şekerleme alabilmek, olası ikramlardan nasiplenebilmek için. Bazen de ders çalışmaktan kaçış, sokağa çıkmanın bahanesiydi bakkala gitmek. Soğuk kış günlerinde paltolarımızı sırtımıza geçirip ellerimiz üşüyerek ekmeğin ucunu dişlediğimiz, oyuna dalıp patlayan kese kağıttaki pirinci sokağa döktüğümüz en masum günlerimizdi o günler...
Pirinç unuyla, nişastayı karıştırdığımız, iki yüz elli gram ile yüz elli gramı tam da ezberlediğimizi sandığımızda bakkalın kapısına varınca aniden aklımızdan uçuveren teneke peynirinin gramajı! Ah neydi, iki yüz elli gram mıydı, yarım kilo muydu kış helvasının miktarı, yoğurt kaymaklı mı yoksa kaymaksız mı olacaktı? Tahin pekmez kaçar gramdı ay şimdi aklımdaydı! Ne zor şeydi o gramajları akılda tutmak tanrım!
Ne güzel kokardı çocukluğumuzun bakkal dükkanları. Tarçın, karanfil kokusu ekşi yoğurt ve turşu suyuyla, pastırma sucuk kokusuna karışırdı. Bazı bakkal dükkanlarında gaz yağı ve açık çamaşır suyu da satılırdı ve sizden önceki müşteri gaz yağı çamaşır suyu filan aldıysa, bakkalın içi de yoğun kokardı, gün görmüş bakkal amcalar şeker, un ve pirinç bakliyat çuvallarını gaz bidonunun yakınına koymazlardı ki hububatlar kokulardan etkilenmesin. Annelerimizin gözünden kaçmazdı bu hassasiyet ve gaz kokan toz şeker mutlaka geri gönderilirdi biz çocuklarla.
Bütün kokuların biri diğerine karıştığı bakkal dükkanlarını yad etmek de güzel, tıpkı eski bir dostu anar gibi. Çocukken adımımı atar atmaz, bakkaldaki o bildik kokuyu duyumsamak gizli bir iyilik mi verirdi bilmem ama, bakkal Hasan Amca'yı, Hüseyin ve Necati amcaları şeker hububat tartarken seyretmek bir hoşuma giderdi ki. Hele ki tenekeden peynir kesişleri, yoğurt tepsisinden geniş ağızlı yoğurt kepçesiyle yoğurt alışları öyle ustaca olurdu ki, evde olsa hiç özenmeyeceğim yiyeceklere bakkal amcada görünce özenirdim... Ellerinin altında rengi belli olmayan bir havluları olurdu hep, her yiyecek ölçüp tarttıklarında ellerini o havluya silerler, sonra da kalemi ellerine alıp defterde hesap yapar, para üstü alıp verirlerdi. Biz mutlaka peşin parayla alırdık yiyeceklerimizi, babam bakkala borç yazdırılmasına şiddetle karşı çıkardı ve belirli aralıklarla bu konuda bize söylev çekerdi.
Kaç tane bakkal amca var aklımda? Hepsini hatırlamıyorum, her taşındığımız evin ilk tanıştığımız mahallelisi, ille de bakkalı olurdu. Ondan sonra sıra kasaba, manava gelirdi... Mahalleye ilk taşınan ailelerin çocuklarını mahalleye ısındırmak, ikram ettiği şekerlerle bakkal amcanın toplumsal göreviydi sanki. Bütün bakkal dükkanlarının ortak bir yerleşim düzeni vardı aman ha şimdiki zincir marketlerin düzeniyle karıştırılmasın, onların ki çok farklıydı; şeker, şekerleme ve piralin, çikolatin kavanozları mutlaka müşteriyle bakkal amca arasındaki en görünür cazip yerde olurdu. Gözlerimi kavanozlardan alamazdım, şeker kavanozunun kapağını açıp, küçük şeker kepçesinin ucuyla sütlü erdem şekerlerinden bir tane ikram eden bakkal amca en sevdiğim amcam olurdu, diğer amcalar anında tü kaka...
Bizim bu anılarımızı okuyan gelecek nesiller, gün gelip sormayacaklar mı "ne yaptınız bakkal amcalarımıza" diye. Kendi çocukluk anılarımı belki de sırf bu yüzden yazmaya devam etmeliyim, edeceğim!