İnsan sükunet içinde yaşarken, kendi dışında olan bitenin pek ayırdına varamıyor! Objektif bir yanılsamayla, kabul edilebilir ölçülere indirgiyor varolan yaşamı. Büyük resmin tamamını seyretmeye kaptırınca kendini küçük ayrıntılara takılmıyor.
Biliyor ki; doğum ve ölüm arasındaki süreci didiklerken yeterince oyalandı yeryüzünde. İsyanlarını törpülemesi, uzunca zaman kaybıydı. Neden-niçinleri, başı bozuk bir ordu gibi dağıtmasıyla, daha bir katlanılır olmuştu yaşam! Resmin tamamı nasıl huzur doluysa, ayrıntıları bir o kadar anlamsızdı. Zorluyordu ayrıntılar ve almamak için fırçayı eline, düzeltmemek için renkleri yeni baştan, sabır… Dünya vatandaşlığında karar kılmaktı varılan nihai nokta.
Ayrıntılar ceviz kabuğunun taze içi oysa!
Bizler,“komşun açsa, sen tok olamazsın” düsturu ile yetiştirildik. İstesek de kayıtsız kalamazdık çevremize. Bazılarımız eleştirel ve yıkıcı, bazılarımız da onarıcı ve örtücü yaklaşımlarla ilişkilendik dış dünya ile. Biteviye eleştirel boyutta kalanlarımıza karşı, hümanistçe karşı tezler sunduk. Gülümseyen insan yüzleri görebilmek için yırtındık, çırpındık, olumsuzlukları sevgi ve hoşgörüyle alt edebileceğimizi sandık. Sevgi ve hoşgörü söylemleri ağızlarda sakızlaşıp dişlerimize yapışana kadar yaşam kaynağımız, yasamızdı!
Şimdi ne mi oldu? Yorulduk.
Bırakın okur-yazar olma sorumluluğunu, insan olmanın bile, yoksunluk edebiyatının ağrı eşiği kıstasıyla normlaştırıldığını geç fark ettik. Fakirin, mazlumun yarasına parmak basmayan entelektüel, kendini atmalıydı bulduğu en yakın kuyuya! Yok öyle bedavadan ahkamlar kesmek, malum taşın altına koymadan pamuk ellerimizi…
Var mı romantizm devrinin saltanat kaçkınları gibi gezinmek yemyeşil bahçelerde, yok öyle adamsendecilik.
Gözünü kulağını açacaksın etrafında olup bitene. İçin sızlayacak sele kapılıp giden adama, madende yaşamını yitirene, kanserden ölmekte olan hasta çocuğa, terör kurbanlarına, asgari ücretlinin dokuz nüfuslu gecekondusuna…
Kıçı kırık takımı ne yazmış ne söylemiş kulak kabartacaksın. Sanat ve sanatçı sorumluluğu panellerine katılıp dişini bileyeceksin, evine dönüp zehir zıkkım yazılar döktüreceksin. Bilmem hangi yazara, kitaba ve sanat ürününe(!) ya methiyeler düzecek ya da haydi Allah ne verdiyse döşeneceksin.
Şiddet, gerilim ve acı içermeyen yaşamsal durumların olağanlığıyla zaman kaybetmeyeceksin. İnsanlar kan ve vahşetin çığlık seslerini duymak istiyorlar, kendine sakla pozitivist ruh halini, sakın ola kimselere gösterme naifliğini. Bizler, bin atlı akıncıların bebekler gibi mutlu-şen atalarının devşirmeleriyiz. Pardon, torunlarıyız diyecektim! Yakışır mı bizlere, durduk yerde mutluluk ve dervişlik edebiyatı? Asya Şamanları gibi, kendi içindeki dünyayı keşfedip de ne edeceksin, içini kim görüyor bırak bu işleri.
Gözünü dört aç, bak bakalım komşuya bugün kimler gelmiş, zina mina yapıyor olmasınlar! Alt kata yeni taşınan şu potansiyel suçludan ayırma gözlerini, evde bomba filan yapabilirler! Bas bas bağıran sivil toplum örgütlerine kulak ver, onların sesi ol yazılarında. Bak insanlar gelmişler dünyanın 200 küsur ülkesinden, sivil toplum ne demekse inisiyatifleri bile var. Kim duydu, kim anladı onları?
Niçin; Suya sabuna dokunmaz haldeyim! Bunun cevabı ne kadar oturmuş olursa olsun ruh katmanlarıma, birileri soracak elbet! Olur mu öyle, uyuşturulmuş piton yılanı gibi ağır aksak gezinmek kafesinin içinde. Kafeslerin, kafes olmadığını, özgürlüğün, bilinen tanımlara benzeyen bir isyan olmadığını anlasan ne olacak!
Ruhun dinginliği ile anlaşma bile imzalasan, iptal olunamaz değil hiçbir kutsal ittifak. İlla ki, dürteleyeceğiz birilerinin kaşını gözünü. Çomaklar elimizde hazır ve nazır. Stres denilen mevhum, sağlık köşelerinin konusu. Hele bir yitir sağlığını, ondan sonra öğüt al doktordan; “stres ve kargaşadan uzak dur”.
Hasta olunmayacaksa doktora ne hacet?
Sevgi ve hoşgörüyle harmanlanan gündelik yaşamın sadeliğini yaşamayı beceremeyen insan, nasıl olur da eğri-bozuk işleri düzeltmeye kalkar, kendi yırtığını onaramazken…
Bıktık, doyduk ve yorulduk bütün yolunda gitmeyen her şeyden.
Çok büyük amaçlara hizmet etmeyen, başarmak üzere koşullanmamış kişiler olamazdık! Rekabet gündelik yaşamın gerçeği olunca, sade basit yaşamlarımızın içindeki görünmeyen huzur, bir çoğuna hiçbir şey ifade etmiyor. Yaptığın, yapmakta olduğun her ne ise, mutlaka büyük sözler sarfedip, ütopik davranışlar göstereceksin. İnsana dair küçük ayrıntılarda oyalanmayacaksın!
Büyük yazarlar, ünlü oyuncular ve bilim adamları yemez içmezler, yatıp uyumazlar, esneyip gevşemezler. Sanatçılar, sanat şaheserlerini mutlaka uykusuz geçen günler geceler sonunda üretirler; şairler şiirlerinin bir sözcüğü için aylarca sancı çekerler (!) diye belletilen, genel bir yanılgıyla çıkmışız yollara. Yıkmak mümkün mü, asırlardır öğretilenleri. İnanmak kolay mı sanatçının da insan olduğuna!
At üzerinden şu miskinliği, bak dünya kaynar kazan. Çırlı çıfıt işler dönüyor etrafında, yakışır mı sana yeme-içme işleriyle, mutluluk söylemleriyle oyalanmak, iştah kabartan yemek tarifleri filan sunmak! Aç insanların kol gezdiği köşe başlarında börek yapmanın zamanı değil, madem tutmuşsun bir köşe başı, hakkını ver değil mi ama!