Mudanya Mudanya - Yaşam ve Kent Kültürü










3208 
Kayık
        Yazilar


Turgay TEZGIN    
  Yayın Tarihi: 25.5.2010    

Kayık

Hava sus pustu. Güneş ışıkları gözlerini kamaştırırken, masmavi bulutsuz gökyüzü sus pustu.

Güldü. Aralık ayının soğuğunda nadir görülebilecek bir günde kumları çıplak ayakları ile karıştıra karıştıra yürüyordu, ufak dalgaların ayaklarını yalarken buz gibi yapmasına aldırmadan. İki yaşlı kadın, altlarına serdikleri kilim ve üzerlerine aldıkları battaniye ile kumların üzerine oturmuşlar güneşi yaşamaya çalışıyorlardı. Ufak gülümsemeler ve aralarındaki fısıldaşmalar ile selam verdiler. Uzamış, yer yer beyazlamış sakallarını istemeden kaşırken gülümsedi onlara. Sevdi onları birden. Az kaldı az diye içinden geçirdi.

Gerçi ne farkı vardı şimdi onlardan.

Kumlar bitmiş beton başlamıştı. Banka oturdu, cebinden çıkardığı kağıt mendil ile ayaklarını temizledi. Yürürken elinde taşıdığı ayakkabının içine sokuşturduğu çorapları ve ayakkabılarını giydi.

Bakkala uğradı eve dönerken. Ekmek, gazete, sigara, rakı ve biralarını aldı.

- Salih abi!!
- Merhaba Ali. Hayırdır, niye koşuyordun bir şey mi oldu?
- Yok abi. Eve balık götürüyordum, satamadıklarımdan. Fazla kaldı bugün, bu da senin hakkın.

Para vermeye çalışsa da almadı Ali.

Sobanın altını açtı, soğumaya başlayan oda ısınsın diye. Bir fincan kahve hazırlayıp, pencere kenarına oturdu. Gazetesini okumaya başladı. Bir ara gözleri gökyüzünde birikmeye başlayan bulutlara takıldı, rüzgar da çıkmış gittikçe hızlanıyordu sanki.

Denize baktı. Dalgalar büyümeye başlamış, balıkçı motorları belirgin şekilde sallanır olmuşlardı. Bir ürperti geldi içine. Bu pencerenin resmini yapmalıyım artık. Başarmalıyım bugün diye telaşlı bir şekilde tuvali, sehpayı pencerenin yanına, istediği görünüşü sağlayabileceği bir yere, belki bir saati bulan bir ayarlama ile yerleştirdi. Boyaları, fırçaları topladı, evin değişik yerlerine, çekmecelerine dağılmış oldukları yerlerden.

Resme hiç olmayacak bir yerden, balıkçı motorlarının çok uzağında duran küçük, kırmızı boyalı ve büyüyen dalgalarda yan yatmamak için çırpınan kayıktan başladı. Oysa gökyüzünden başlamak istemiş… istiyordu. Gözlerini kayıktan ayıramıyor, onu çizmeye çalışıyordu.

Başaramıyordu, onun dalgalara karşı verdiği mücadeleyi çizmeyi.

Sinirlendi yine. Bir tuval daha uzun sert çizgi atışları altında fırça ile beraber mahvolmuştu.

Koltuğa çöktü.

Sobanın altını kapadı, ani bir fırlayış ile paltosunu giydi, şemsiyeyi alıp sokağa fırladı. Kapıyı bile kilitlememişti. Komşu pencerelerde onun bu tür feveran davranışlarına alışkın gözler gülümseyerek takip ediyorlardı. Kayığın önünde durdu. Yer yer kırmızı boyaları kalkmış çatlamış, ince uzunlamasına sarı çizgi ile sarmalanmış zavallı bir kayıktı bu

Islaklığına aldırmadan banka oturdu. Şemsiye yağmurun ıslatmasını engelleyemiyordu, kapattı. Gözleri kayıkta öylesine oturuyordu.

- Hayır ola evlat.
- Hayır mı şer mi bilmiyorum, Seyfi baba. Taktım ben senin şu kayığına.
- Benim kayığımdan ne istersin be evlat…
- Anlatamıyorum, anlatamıyorum Seyfi baba. Bir şey var bu kayıkta. Bir şey anlatmak istiyor bana. Anlayamıyorum..
- Hadi gel sana sıcak bir çay yapayım. Hasta olacaksın böyle.

Zorla götürdü Seyfi baba Salih’i. Çay demlenmiş, bir taraftan titrerken gözlerini kayıktan alamayan Salih, birden yerinden fırladı.

- Sat bu tekneyi bana!

Uzunca bir süre konuştular. Seyfi baba satmak istemiyordu kayığını, çocuğu gibi, sevgilisi gibi olmuştu kayığı ona.

İkna etmeyi başardı, Salih. Yeni bir kayık alacaktı Seyfi babaya.

Dışarı çıktılar. Kayığı ikisi beraber kumların üstüne çektiler, yağmurdaki zorluğuna rağmen, ter içinde.

Sarıldı Salih kayığa ters kumların üstünde yatan kayığın üstüne uzanarak. Elleri ile okşuyor, ayaklarını tahtaların üzerinde kaydırıp duruyordu. Bir sevgiliye sarılır gibi sarılmıştı. Seyfi babanın gözleri yaşardı bu sevgi gösterisinden.

Hızlı bir hareketle kayığın üstünden fırladı Salih. Bir o yana bir bu yana koşturuyor, bir şeyler arıyordu. Yerinden oynamış bir kaldırım taşını güç bela çıkararak ellerinin arasına alıp kayığın başına geldi.

- Seviyorum seni.

Fırlattı koca taşı kayığın tahtalarına. Büyük bir gürültü ile çatırdadı tahtalar. Kırılan tahtalar arasından taş kumlara düştü. Kayığı kenara çekip taşı aldı, yeniden fırlattı kayığa.

- Seni seviyorum.

Önce ne olduğunu anlayamayan Seyfi baba da ani bir hareketle evine koştu.

Döndüğünde kayıktan geriye sadece parçalanmış tahtalar vardı.

Ve elinde eski bir av tüfeği.

Ve gözleri yerinden fırlamış Seyfi baba.

- Ben de onu çok seviyordum….


Turgay TEZGIN









   2134   



  .:: Yazılar


       

* Yazıların sorumluluğu yazarına aittir.
* Yasal Uyarı


© Mart 2009, MudanyaMudanya.com