Hiç kimse, hiçbir sanatçı onun kadar kibar ve nazik davranmamıştır çevresindekilere. Kim olduğu fark etmiyordu, nazik olmak için insan olmak yeterliydi onun için... "Efendim"siz, "sayın"sız başlamazdı hiçbir hitap cümlesine, hiç görmedim arkasını döndüğünü sahnede. Zeki Müren'di o, çok özel bir insandı. Şimdilerin çok ötesinde öngörüleri olan, çağının tanığı gerçek bir sanatçıydı. Erken göçtü dünyamızdan...
Çocukluğumda, radyodan ya da siyah beyaz televizyonumuzdan sesini ne zaman duysam, onun bülbüller gibi şakıyan akide şekeri tadındaki konuşmasına dikkat kesilirdim. Cezbeden bir tını vardı Zeki Müren'in ses renginde, kayıtsız kalamazdınız. Zaman zaman çocuk gözlerimin o kendine özgü perspektifinden aktarmayı düşünmüşümdür o günleri; 1960'ların sonları, 70'lerin ortalarına denk düşen anılarımın arasındadır o hep. Altı yedi yaşlarımın uykulu yazlık sinemalarında yankılanırdı "Beklenen Şarkı"nın dizeleri. Gevrek, tane tane ve sonsuz güçteki o eşsiz sese meyillenip, hassas namelerin kibarlığıyla biz de nazikleşirdik sanki! Hepimiz biraz Zeki Müren olurduk o yıllarda! Bana mı öyle geliyor şimdi buradan bakınca, bilemiyorum ama; "Bir Demet Yasemen" diyen, "Bahçevan" şarkısıyla, pamuk ellerine bahçe alet edevatlarını bir şekilde yakıştıran o masum yüzlü genç insanı unutabilir mi çocuk kalbim...
Büyüklerimizin şu telkinleri çınlıyor kulaklarımda; "Türkçeyi Zeki Müren kadar tane tane ve eksiksiz kullanan başka bir sanatçı yoktur." Evet, bu söylemi hiç unutmadım. Türkçeyi iyi kullanmanın bir erdem olduğunu Zeki Müren sayesinde öğrendim ben. Ona şükran duygumu bugün sunuyorum, ruhu huzur içinde olsun.
O vakitler Bursa Kültürpark'da Romans Gazinosu ve Fuar Aile Gazinoları vardı, Zeki Müren'in de programı olurdu bu gazinolarda ve öyle bir izdiham coşku olurdu ki sormayın. Salı günleri kadınlar matinesi günüydü ve mahallenin kadınları kaçırmazlardı hiç. Annem de giderdi arada bir, haftalık pazar paralarından tasarruf eden Bursalı hanımlar, kadınlar matinesini kaçırmaz, hele de Bursa'nın Paşa'sı geldi mi hiç engel tanımazlardı. Paşa'mız gazinoya gelirken ya da programını bitirip giderken, gazinonun arka kapısında lacivert gıcır bir otomobilin arka koltuğunda oturur ve etrafındaki hayranlarına gülümseyip el sallardı. Simsiyah briyantinli kabarık saçlarını ve gözlerini saklayan kara gözlüklerinin ardını görebilecekmişim gibi atardım kendimi otomobilin önüne ve annemin yüreğini ağzına getirirdim.
Annemle gittiğim kadınlar matinelerinden kareler geliyor gözümün önüne de; şık sahne kostümleri hiç abartı gibi görünmezdi gözüme! Çok yakıştığını düşünür, hayranlıkla seyrederdim Sanat Güneşi'mizi en arkadan. Gazinoya annemle gitmişsek en arkadan alabilirdik biletimizi, babam götürmüşse eğer ortalarda öne yakınca olurdu masamız ve daha rahat izlerdim Paşa'mızın incili boncuklu kostümlerini, ha düştü ha düşecek denli yüksek ayakkabılarını. Bursa'ya gelişleri olay olurdu zaten, Bursa caddeleri polislerin eskortluğunda zorlukla yol açardı sanatçıya...
Sonraları biraz daha büyünce "Kahır Mektubu" ile uyumaya başladığımız yıllar başlamıştı. "Her gece kederdeyim, sevda ektim kalbime yalnızlık biçiyorum" diye yarım saat dönen kaset çalarlarımız vardı biz yaşlardakilerin...
Bir devre damgasını vuran o güzel insanı daha çok dinlemek mümkün olsaydı keşke vaktiyle yakınlarından. Mesture Hoca Hanım'ın anlattıklarına daha çok kulak misafiri olaydım diyorum; Mahalle arkadaşıymışlar Tophane'de ve okulda da aynı sırayı paylaşmışlar, takunya giydikleri yıllarda... Tophaneli Zeki, İstanbulluların, Bodrumluların sahiplendiği Zeki Müren.
Sanat Güneşi'miz Zeki Müren'in ölüm yıldönümüydü dün... 1996 yılının Eylülü öyle bir cenaze merasimine tanık olmuştu ki Bursa'da, yollar yetmemişti Sanat Güneşi'mize. İnsan seli oluk oluk, duygular karmakarışıktı, yüzbinler akmıştı Bursa sokaklarından o gün. Ne çok söylenecek söz, yutkunacak düğüm topaçları var içimizde. O Türkiye'nin yetiştirdiği en müstesna ve "sanatçı" söylemini hak eden en muhteşem insandı.