Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk öğretmenleri hakiki öğreticilerdi. O günlerin deyimiyle talebelere müfredattaki konuyu öğretmek için bütün damarları kabarırdı gururlu başları üzerinde. Şah damarı inip kalkan, insanlık bilinci gelişmiş ülkücü eğitmenlerdi onlar.
Ülkücü deyince, siyasi ülkücülük değil elbet sözünü ettiğim! Zaten son yıllarda güzel ve özlü sözcüklerimiz birtakım izmler ve örgütler tarafından logolaşarak hitleştirildi. Milliyetçi, saadet, anavatan, adalet, halkın emeği, ulusal, insanlık sözcükleri bizden olmaktan çıktı sanki ...
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren gitgide azalma gösterse de, bizlerin yaş grubundakilere de denk düşen erdemli eğitimciler çoğumuzun okullu yıllarına ışık tuttular. Çok şey öğrendik onlardan. Yeni bir şeyler öğrenmenin hazzını, başarmanın coşkusunu, yurt ve bayrak sevgisini, Atatürk sevgisini, yaşam sevgisini, kardeş sevgisini o yıllarda öğrendik. Mutlu ve umutlu çocuklardık biz.
Çok şey bilen öğretmenlerimiz vardı bizim.
Marşları, şarkıları çok güzel söyleyebilen do-re-mi-fa-sol-lâ-si-do'ları kara tahtada notalayabilen, gerçekten bilgili görgülü öğretmenlerimiz vardı. Resim derslerimizi sevdiren, öğrenmeyi zorlaştırmayan bizimle beraber çocuklaşabilen, büyük çook büyük öğretmenlerimiz vardı.
Okullarda aldığımız eğitimi, evde de destekleyen aile bireylerimiz vardı. Öğretmenimizin ne çok bilgili olduğunu anlatmak ayıp değildi evde. Ana babalarımız öğretmenlerimizle saygın paylaşımlar içinde olurlardı. Karşılıklı bilgi sınamasına girişmezlerdi!
Bütün bayramlara, gerçekten bayram havasında hazırlanırdık, sınıflarımızı okulumuzu süslemek adettendi. Hatta olmazsa olmazımızdı. Krizantem de denilen kasımpatı çiçeklerinin her rengiyle dolup taşardı kucaklarımız. İlk onun kokusunu öğrenmiştim çiçeklerden. İlk ayırt ettiğim renklerdi kasımpatı renkleri; moru, güvezi, (bordo) sarısı, yavruağzı, (kavuniçi-turuncu) ve tabi ki beyazı.
Çok zevkliydi İlkokul öğretmenim Mübeccel Hanım. Öyle güzel tanzim ederdi ki getirdiğimiz bütün kasımpatıları, sanırdık ki; bu çiçek getirme ve süsleme işi bayram ve anma günlerinin özel ritüeli.
Kasımpatılar hep Atatürk'ü anımsatır bana.
10 Kasım'lar; kasımpatı çiçeklerinin kokusuyla harmanlanmış, sulu göz sümüklü suratlarımızı getirir gözümün önüne. Mendilimi bulamazdım o telaşla ve babam okulun bahçe duvarından izlediği 10 Kasım töreni nihayetinde, nasıl bulurdu beni onca çocuğun arasından! Babam silerdi burnumu mendiliyle hiç unutmuyorum. Ağlardık biz 10 Kasım'larda. Hem de ne ağlamak, içimizden gelirdi dere misali o adı konulmaz duygu. Şişerdi gözlerim Atatürk büstünün önündeki kürsüde ezberimdeki şiiri okurken...
Atatürk Ölmez
Eserleri meydanda,
Atatürk ölmez.
Yaşar yürekte, kanda,
Atatürk ölmez.
Bu yurdu kurtaran kim?
İşte cumhuriyetim.
Ondan gelir kuvvetim.
Atatürk ölmez.
Destanlarım, türküm O,
Memleketim, mülküm O,
Işığımla, ülküm O,
Atatürk ölmez.
(Anonim)
Göğsümüz kabara kabara, hıçkırarak ağlardık biz 10 Kasım'larda. Öğretmenim Mübeccel Hanımın güngörmüş Tatar yumuk gözlerinin ardını merak ederdim en çok. Öyle ya bize bunları öğreten Atatürk'ü bunca sevdiren insandı o. Biz ağlarken en çok o anlardı sanki bizi. Hiç konuşulmazdı tören sonu kimin niçin ağladığı, neden duygulanıp zırladığı. O ciddi ve güven veren duruşuyla toplayıp sokardı bizi sınıflarımıza ve rahatlamamızı sağlamak için olsa gerek, hemen boyalarımızı çıkarttırıp Atatürk ve 10 Kasım resmi yaptırırdı. İlle de sarı boyardım kasımpatılarımı, yeşil yapraklar iliştirirdim bir dolu sepetler içine ve koşarak öğretmenime uzatırdım resmimi, asması için sınıf panosuna...
Kasımpatı kokulu 10 Kasım'lardı onlar. Atatürk kokardı...