Mudanya Mudanya - Yaşam ve Kent Kültürü










714 
Zamanda Bursa Hamamları
        Yazılar


Nurdan ÇAKIR TEZGİN    
  Yayın Tarihi: 18.1.2024    

Zamanda Bursa Hamamları

Bursa Hamamlarında zaman yolculuğu

Suları ve kaplıcalarıyla tarihte ün salmış Bursa (Prousa), 2000 yıl kadar önce dillere destan bir sular cennetiymiş. Tarihsel metinlerden yemyeşil ormanların ve tanrıların oturduğu dağ olarak geçen Uludağ’ın (Olimpos) Bithynia bölgesine hayat verdiğini biliyoruz. Bu verimli coğrafya Bursa ve çevresi için yüzyıllar boyunca yaşamın merkezi olmuş. Vaktiyle sönmüş bir yanardağ olduğu düşünülen Uludağ’ın volkanik özelliği, yeraltı sıcak sularının varlığı nedeniyle kaplıcalar diyarı unvanını hep korumuştur.

Antik Çağ’da Bithynia Valisi Genç Plinius’un zamanında, Mudanya’nın çok yakınındaki Apameia (Myrlea) antik kentinde Asklepios’a adanmış bir tapınağa yeraltı kanallarıyla Bursa’dan şifalı kaplıca suları yönlendirilirmiş.

Antik Çağ deyince sular ve kaplıcalardan söz edilmese olmaz zaten. Yıkanmanın törensel bir gereklilik olduğunu Antik Roma döneminde fazlasıyla görüyoruz.
Bursa’nın Doğu Roma İmparatorluğu dönemindeki hamam kültürünü anlatan kayıtlara ulaşabilmeyi çok isterdim. Ne var ki, geçmişi anlayabilmenin en keskin göstergesi bugüne ve yakın geçmişe mercek tutmaktan geçiyor. Aslında her dönemin ileri yaş insanlarının bilgi aktarımı çok kıymetlidir benim için. Örneğin; yarım yüzyılı aşkın kadınlar hamamına dair gözlemlerimi gayet net hatırlıyorum. Bursa’nın özellikle Çekirge ve Sırameşeler’deki kaplıcalarına konu komşu teyzelerle cümbür cemaat giderdik. Belediye otobüsüne binilirdi, hamam takımlarına ilaveten bir de yiyecek sepeti taşıdığımızdan epey meşakkatli olurdu yolculuğumuz. Giderken ağırlık yapan yiyecekler dönüşte yenmiş olduğundan hafiflediğimiz düşünülürdü ama, ıslak havlu ve peştemallerimiz nedeniyle dönüş yükümüz daha da ağırlaşırdı!

Hamam kültürümüzden söz edince yanımızda götürdüğümüz yiyeceklerden söz etmezsek eksik kalır zira, eski zamanlardan günümüze dek uzanan hamam sefaları, gelin ve düğün hamamları, adak, sebil ve halvetler hep yeme içme ile taçlanırlar. Bu geleneğin kökenine yine Antik Çağ hamamlarıyla ulaşırız. Öyle ki; Roma İmparatorluğu zamanında hamamlar ile onun uzantısı gymnasium (cimnazyum) ve spor alanlarıyla kütüphaneler dönemin en önemli sosyal alanları olarak bilinir. Devlet adamları, filozoflar, yazar, şair, esnaf, köleler, halktan kişiler hepsinin eşit düzlemde bulundukları tek yer hamamlardır.

Bütün bir öğleden sonrayı hamamda yıkanıp, masaj ve bakım yaptırdıktan sonra şarap, çeşitli çerezler, elma, ayva, erik, armut gibi meyvelerle, yumurta, ballı nohut, tuzlu bakla, pekmezli kek gibi atıştırmalıklarla oyalanırlardı. Daha sonra da spor ve eğlenme amaçlı bölüm olan gymnasiuma geçiyorlardı. Antik dönem insanı akşam yemeğinin hazzı için kendisini yıkanma ve spor ile hazırlamış oluyordu. Hele akşam yemeği için davet veriyor ya da bir davete gidecekse hamam sefasının önemi daha da öne çıkıyordu.

Günümüze değin uzanan hamam sefalarını bugün en çok kadınlar keyfini çıkarıyor. Şifalı sıcak sularla gevşeyen bedenlerini serinletmek için mevsimine göre yedikleri ayva, elma, armudun yanı sıra narenciyelerle, kiraz, şeftali ve zerdalilerle hararetlerini söndürüyorlar. Özellikle ayva ve eriğin mayhoşluğu hiçbir meyveye değişilmiyor ki ayva göbekli hanımların ayva yemeleri pek manidar kabul edilir hele de hamileyse…

Bir tam güne yayılan hamam sefasında yıkanıp iyice dinlenen hanımlar meyvelerle rahatladıktan sonra, bu defa yanlarında getirdikleri dolma, börek, çörek, mücverler ve kuru köftelerle hamam ziyafeti çekerler. Gelin, kayınvalide, çoluk çocuk gelinen hamamlara en fakir kişiler bile lôp yumurta, peynir, zeytin ve ekmeği mutlaka çıkınında bulundururlar. Hele soğuk gazozlar, ayran ve demli çaylar günümüzün hamamlarındaki lezzetler olarak öne çıkarlar. Bursa’da eskiden Hüsnügüzel, Keçeli, Kükürtlü, Yenikaplıca, Kaynarca, Çekirge Sultan gibi hamamların önünde Uludağ’dan katana atlarıyla inen köylüler sebze meyve satarlardı. Zaten kestane, ceviz, kiraz, Çongara fasulyesi, alıç ve dağ çileğinin en tazesi Bursa’da hamam önlerinde, Tahtakale ve Tuzpazarı’nda bulunurdu.

Roma İmparatorluğu M.S. 300’lerde Hristiyanlığı seçince eski hamam sefaları da sekteye uğramış. Hamamlarda ve cimnazyumlarda zaman geçirmeler kilise tarafından pek hoş karşılanmadığından kaplıca kültürü giderek zayıflamış zamanla eski önemini kaybetmiş. Her ne kadar Avrupa’daki katı dini kurallar Anadolu’da uygulanmasa da yeni hamamların yapımı konusunda isteksiz davranılmış. Ne zaman ki Türkler İslamiyet’i seçmiş işte o zaman yıkanmanın ve hamamların mevcudiyeti yeniden önem kazanmış.

Osmanlı İmparatorluğunun ilk başkenti olan Bursa’nın Osmanlı zamanındaki vakıf ve sultan hamamları bugün bile ayakta olup hizmet vermeye devam etmektedir. Çekirge Sultan adak hamamının ağzı dili olsa da yüzyıllardır yaşanmışlıklarını anlatabilse! Akan şifalı sulara ağzını dayayan kadınların, genç kızların diledikleri sebil adakları kim bilir içlerinde ne öyküler barındırır. Bir sebil hamamına giren kişi gerçekleşmesini istediği dileği varsa önce bir güzel yıkanıp aptes alır. Sonra Aslan ağzından avucuyla üç yudum su alıp içer duasını okuyup dileğini diler. Üç tas suyu da başından aşağı döker ve “dileğim olursa ben de gelip sebil açacağım” deyip kendi adağını adar.

Halvet denilen sadece davetlilerin girip yıkandığı hamamlarda ise bolca izzet-i ikram yapılır. Bir köşede çay semaveri hiç durmadan dumanını tüttürürken, diğer yanda serinlik için ayran, limonata, meşrubat türü içeceklerle çeşitli börekler, sarma ve dolmalar, cevizli lokumlar, poğaça ve tatlılar hazır bulundurulur. Yıkanıp havlularıyla dinlenme faslına geçen davetlilerin eline demli çay ile yiyecek dolusu ikram tabağı tutuşturulur.

Osmanlı zamanında ise haneden mensubu hanımların hamam halvetlerinde rahatül hulkûm (güllü lokum), fıstıklı helvalar, gülbeşekerler, meyve reçelleri, hurma ve cevizli burma tatlılarıyla ayva murabbası, nar, vişne, gülengubin (ballı gül şerbeti) ve demirhindi şerbetleri mutlaka ikram edilirmiş. Şimdilerde ise; gelin hamamları, kınalar ve halvetlerde işler iyice çığırından çıkmış ki; çiğ köfteler, kısırlar, lahmacunlar, içli köfteler, turşu ve su börekleri, süt helvaları, dondurmalar ile tepsilerle baklavalar da ikramda yerini alıyor.

Zamana yayılmış mitolojik halk söylencelerine mekân olmuş hamamların sıcak suya ve su buharına dayalı nice hurafeleri vardır. Kadınlar bu hurafeleri dillendirirken “iyi saatte olsunlara uğramayalım aman destur” veya “üç harfliler çarpmasın destur” deyip kendilerini ve genç kızları korkuya salıp sakınırlar. Gece hamama gitmek gibi bir alışkanlığı vardır Bursalıların, lâkin gece yarısı hamamın tenhalaştığı saatlerde hiç kimse hamamın sıcaklığında yalnız kalmak istemez. Hele Kaynarca Hamamı’nın meşhur Sarı kız perisine rastlamak en istenmeyen şeydir. Beline kadar upuzun sarı saçlarıyla güzeller güzeli peri kızı olan Sarı Kız antik çağın yarı tanrıçası olan nymphlardan başkası değildir aslında. Nymphlar çeşme başlarında, dere kenarlarında ve hamamlardaki sularda gezinen su perileri olarak geçerler mitolojide. Güzellikleriyle erkekleri baştan çıkardığına inanılan su perilerinin gazabına uğramamak için her inanışta sarf edilen sözcükler vardır. İslâmiyet’te de “destur” sözcüğünün koruma işlevi gördüğüne inanılır.

Çocukluğumda Kaynarca Hamamı’ndaki sıcak havuzda yüzerken Sarı Kız perisi ayağımdan dibe çekecek diye çok korkardım. Nasıl korkmayalım ki; birlikte geldiğimiz komşu teyzeler kurna başına geçince “Sarı Kız izin ver de yıkanalım” diyerek görünmeyen periden izin isterlerdi. Bir de anlatılan hikayeler var ki evlere şenlik. Güya temizlik kurallarına dikkat etmeyen, yıkanırken çişini yapanların kafasına peri kızları tasla vururlarmış. Gözleri kapalı sabunlanırken kafasına tas yiyen niçin yediğini bilirmiş! Çocuk kalbimizle görünmeyen Sarı Kız’dan korkar annemizin dibinden ayrılmazdık hamamda. İster çocukluk korkularının bellek notu ister halk hurafeleri olsun, bunlar geçmiş zamanlardan günümüze gelebilen sözlü anlatımlar.

Daha neler neler…

Hamamlarda nargile içen yaşlı kadınlar vardı, oğluna kardeşine gelin beğenenler, kadın sevicilerin gizli çapkınlıkları, çocuğu olmayan gelinlerin aslan ağzında saatlerce kalıp şifa dilemesi, gebe kadınların son günlerinde kolay doğum için gelmesi ve kırklanan hayat kadınlarının her biri hamamların müdavimleridir. Çok erkekle yatıp kırk kere aptes alma ihtiyacı duyan hayat kadınları hamama sabahın çok erken saatlerinde gelirler. Bir kurna başında kırk kere ağzına burnuna su çekerler, ellerindeki düğümlü ip ya da tespihi kırka tamamladıkça işaretlerler. Diğer kadınlar onların kırk cünüp aptesi alıp kırklandıklarını bildiğinden yanına yaklaşmaz uzaktan dikkat kesilirler!

Yalnız lohusa ve bebek kırklamak başka bir gelenektir. Aynı gün başka bir lohusa kadın hamama gelmişse kapıdan hamamcıya sorar içerde lohusa var mı diye! Varsa o gün lohusa o hamama girmez başka birine gider çünkü kırkı karışmasın diye de bir adet vardır kadınlar arasında. Bütün bu ritüeli lohusa kadının yakınları düzenler. Bebeği şatafatlı danteller içinde taşımak kayınvalide ve eltilerin görevi olup tüm yakın aile kadınları bu kırk çıkarmada hazır bulunurlar.

Zaman kendi zamanını kovalarken ve de sular eskisi kadar gür gümrah akmazken, buğusu üstündeki hamamların suyu da henüz tükenmemişken varsın eski söylencelerle oyalanalım.

Aşçı Fok
Nurdan Çakır Tezgin



Nurdan ÇAKIR TEZGİN

www.ascifok.com







   492   



  .:: Yazılar


       

* Yazıların sorumluluğu yazarına aittir.
* Yasal Uyarı


© Mart 2009, MudanyaMudanya.com